in

Artvin’de neler oluyor?

​Yaklaşık bir haftadır ülke gündeminden düşmeyen; haberlerde, gazetelerde ve sosyal medyada konuşulan bir konu var: Artvin Cerattepe.

Ülkemizin en yeşil illerinden biri olan Artvin 25 yıldır süregelen meselesi ile yeniden gündeme geldi. Yapılması planlanan ve sürekli olarak halkın tepkisi nedeniyle yapımına başlanamayan, iptal edilen altın madeni bugün yeniden faaliyete geçirilmek isteniyor. Bunun sonucunda tepki gösteren halk hukuksal olarak mücadelesini sürdürüyor. Gelin bu mücadeleyi kısaca inceleyelim.

25 yılda Artvin altın madeni

Cerattepe’deki ilk maden faaliyeti 1990’lı yıllarda başlıyor. O tarihlerde madenler: Merkezi Kanada olan Cominco Madencilik tarafından işletilmek isteniyor. Esas olarak altın madenciliği yapan bir firma olan Cominco Madencilik, sivil toplum kuruluşlarının ve halkın tepkileri nedeniyle bu altını çıkaramayacağını anlayarak: maden işletme haklarını Inmet Mining adlı yine Kanadalı olan bir şirkete satıyor. 2004 yılı itibarıyla Inmet Mining faaliyete başlıyor. Fakat Artvin halkı mücadelesine devam ederek bu firmaya da geçit vermiyor ve uzun uğraşlar sonucunda Kanadalı şirketin ruhsatı Danıştay tarafından 2008 yılında iptal ettiriliyor. Aradan iki yıl geçiyor ve 2010 yılında yeni çıkarılan maden yasası ile bölge tekrar aktifleştirilmek üzere harekete geçiriliyor. Özaltın isimli bir şirket bölgede altın yerine bakır çıkarabilmek için hak sahibi oluyor ve bu hakları daha sonra Cengiz Holding’e devrediyor. Yaklaşık 7 gündür süren tartışmaların fitili madencilik faaliyetleri için şirket yetkililerinin bölgeye geleceği duyumunu alan Artvinli vatandaşların eylemleri ile yakılıyor.

Peki Artvin’de neden maden istenilmiyor?

Yapılacak olan madene karşı gösterilen tepkilerin altında iki temel sebep yatıyor: kesilecek olan 3 bin 500 ağaç ve madenin kullanacak olduğu kimyasal siyanür maddesi.

Çalışmaları yürüten Cengiz Holding yaptığı açıklamada bölgenin madene uygun hale getirilebilmesi için 3 bin 500 ağacın kesileceği ve maden yapımı tamamlandığında bölgeye kesilen ağaçların 3 katı kadarının geri kazandırılacağını belirtti. Fakat bu konuda sivil toplum ve halk olaya pek güvenilir bakmıyor. Ayrıca kesilecek ağaçların ciddi bir heyelana sebep olabileceğini düşünenler de var.

Gelelim bir diğer sebep olan siyanüre. -Söylenenlere göre- altın arama faaliyetinde kullanılacak olan siyanür maddesi: hem insan hem de doğa ve doğadaki canlılar açısından oldukça zararlı bir madde. Bölgede kurulacak olan bir maden ve o madenle kullanılacak olan kimyasallar bölgeye ciddi anlamda zarar verecek. En azından halk bu şekilde inanıyor. Bu zararı önlemenin de tek yolu orada maden kurdurtmamak. Bu iki sebepten farklı olarak bölgenin turizm açısından da makul bir önemi olduğunu belirtmemiz gerek. Her yıl bölgede yapılan festivaller, kayak merkezi ve özellikle yaz ayları yapılan mesireler halk nezdinde bölgenin değerini daha da arttırmakta.

Doğru bilinen yanlışlar ve tepkinin ‘gezi’ yüzü

Önceki paragrafta da belirttiğim gibi halkın haklı olduğunu düşündüğü iki temel sebep mevcut: biri ağaç kesimi diğeri siyanür denilen madde. Ağaç kesilmesi konusuna hak verebilirim. Lakin zahire bakıldığında ortada tam manasıyla bir doğa katliamı olduğu söylenemez. Çünkü yapılması planlanan şey, keyfi veya kişisel bir çalışma olmaktan ziyade ülkemiz adına kazanım amaçlı bir çalışma olacak. Bakıldığında hem 17 milyon tonluk bir bakır rezervine hem de yeniden yapılacak ağaçlandırmayla daha fazla ağaca sahip olabileceğimiz muhtemel. Kaldı ki çalışmalar boyunca elde edilecek istihdam ve pazardaki canlılıkta cabası. Peki ya siyanürün zararları? Tepki gösterenler adına üzülerek belirtiyorum ki böyle bir şey yok. Siyanür denilen kimyasal madde zaten altın aramak için değil, çıkarılan madenin altın olarak ayrıştırılması için kullanılıyor. Ayrıca bu madde doğada ve canlılarda zaten var ve sürekli olarak üretiliyor. Bugün severek yediğimiz kiraz; badem, kayısı, şeftali, erik, fasulye, patates gibi birçok besin maddesi siyanürlü bileşikleri doğal olarak üretmektedir. Ayrıca üretimde siyanür kullanılsa bile farklı kimyasallar ile bu madde zararlı etkilerini kaybediyor. Madenden altın yerine bakır çıkarılacağı da eklenirse, kullanılmayacak olan bir kimyasaldan bu denli çekinmek yerinde değil. Tüm dünyada aynı üretim standardı kullanılmasına rağmen sadece bizim ülkemizde bu maddenin haddinden fazla zararlı bilinmesi ya da bu şekilde bildirilmesi de akılları kurcalamıyor değil. Bu arada üzerinizde giydiğiniz birçok tekstil ürününde de siyanür mevcut.

Şimdi gelelim olayın gezi yüzüne. Şahsi düşüncem olarak doğa için yapılacak her türlü ‘meşru’ eyleme destek veririm. Bakın özellikle belirtiyorum: meşru eylem. Nedir meşru eylem? Bu sorudan ziyade ne değildir meşru eylem, bunu cevaplayalım ki daha anlaşılır olsun. Meşru eylem; yürüyüş bahanesiyle insanları galeyana getirmek değildir. Hakeza insanları kullanarak onları şiddete meylettirmek hiç değildir. Polise saldırmak, sırf geçit vermemek için ağaç yıkmak, çevre binalara saldırmak falan da değildir. Hatırlarsanız 3 yıl önce İstanbul Taksim’de ağaçlarımızı kesiyorlar bahanesiyle insanlar sokağa dökülmüş; ağaçları yıkmış, iş yerlerine zarar vermiş, polisine, vatandaşına saldırmış hatta hükümeti düşürmeye yönelik faaliyetlerde bulunmuştu. Üstelik bunu haklı bir direniş olarak gösterip, doğaya saygı adı altında yapmışlardı. Eylem yapmak kötü değildir, gezi parkı olayında ağaçların kesilmemesi için bende eyleme destek vermiştim. Fakat işin ağaç olmadığını anlayınca fikrim değişmişti. Çünkü oluşturulan bir algı vardı ve bu algıyı kontrol edenler insanları da kontrol edip istediklerini yaptırmaya uğraşıyorlardı. Bu algı operasyonu Artvin’de de karşımıza çıkıyor. Artvin’e baktığımız zamanda ikinci bir gezi havası sezilmiyor değil. Masumca eylemini yapan, hakkını hukuk yoluyla arayan canım vatandaşıma sözüm yok. Çünkü onlar polisine saldırmayacak kadar mert, yakıp yıkmayacak kadar onurlu insanlar. Olayları yakından takip ederseniz ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksınız. Halkın arasına karışmış bir gurup provakatör var ki o bölgede ‘sözde halk’ olarak söz hakkı elde etmeye, güya insanları bilinçlendirip kötünün iyi olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Üstelik bunu polis geçemesin diye ağaç devirerek, polise ve araçlarına saldırarak yapıyorlar. Çünkü onlar gerçek birer doğa ve insan sever (!). Açtıkları pankartlarla Artvin’in Cizre olduğunu, kesilecek olan her ağacın öldürülen teröristlerle bir olduğunu ifade etmekten de geri kalmıyorlar. Hatta terör örgütü uzantılı partilerinde bölgede yer edindiğini belirtelim. Onlara göre de bu olay yeni bir direniş, yeni bir gezi parkından başka bir şey değil. Bu yüzden bu direnişe özellikle eylemsel destek beklediklerini beyan ediyorlar. Bu beyanlarda bulunan bir gurubun yada kişilerin sizce doğa için uğraştıklarını iddia etmeleri ne kadar samimi? Yorumu sizlere bırakıyorum…

Genel hüküm ve hukuksal süreç

2012 yılında Cengiz Holding aldığı haklar ile maden için ilk adımı attı ancak maden işletmesine karşı olan Artvinlilerin 2013 yılında yaptığı yürütmeyi durdurma başvurusu nedeniyle süreç askıda kaldı. 2014 yılında burada maden işletilemeyeceğine dair karar yerel mahkemeden çıktı ve Danıştay tarafından onaylandı. Danıştay’ın kararı üzerine şirket, ikinci bir Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu aldı. Bu raporun olumlu olması sayesinde şirket çalışmalara başlamaya karar verdi. Artvin halkı meseleyi tekrar davaya taşıdı ve ÇED raporuna itiraz etti. Mahkeme bu itiraz sırasında yürütmeyi durdurma kararı vermediği için, şirket maden için çalışmalara başlıyor. 14 Mart’ta ise Artvinlilerin açtığı bu dava kapsamında bölgede yeniden bir keşif çalışması yapılacak. Son olarak Ahmet Davutoğlu’nun taraflar ile yaptığı görüşme neticesinde, hukuksal anlamdan bir karar çıkana dek maden çalışmaları durduruldu. Yani bundan sonraki süreci mahkeme belirleyecek.

Özetle baktığımızda Artvin halkı 25 yıldır bu madenle mücadele ediyor ve hukuk bu mücadelede 25 yıldır Artvin’den yana. Kendi görüşüm bu madenin kesinlikle yapılması veya yapılmaması değil. Her iki ihtimalde de kaybedilecek, kazanılacak şeyler mevcut. Şahsen ben halkımın ve ülkemin fayda göreceği her tür faaliyeti desteklerim. Yeter ki gönüller, insanlar zarar görmesin.

Hayırla kalın, vesselam.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by Muhammet Enes Cansız

1995 yılı İstanbul doğumluyum, ilk öğrenimimi İstanbul'da, orta öğrenimimi Trabzon'da tamamladım. Şu an Karadeniz Teknik Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü 4. sınıf öğrencisiyim.

Bir cevap yazın