in

Aspendos : Bir arkeolog adayının kazı günlüğü

Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nde 2. sınıfa geçmiş bulunmaktayım. Henüz bazıları için başında olduğum hayatımın en iyi 1,5 ayını geçirdim. Okulumuz hocalarından Doç. Dr. Veli Köse’nin kazı başkanlığını yaptığı Aspendos Antik Kentindeki kazılarda ekipte kendime yer buldum. Bir çoğunuz için anlamsız ve küçük, insanlık ve bilim için büyük, benim için ise çok büyük bir deneyim oldu.

Çok başarılı bir öğrenci değilim, kabul ediyorum. Ancak tiyatrocuların sahne tozu yutması gibi benim tarih toprağı yutmam bundan sonraki öğrencilik yaşantıma daha sıkı tutunmamı ve bu işe asılmamı tetikledi. Bu yazımda size hem yaşadığım duyguları, hem de yaşadığım pek çok deneyimi anlatacağım.

Aspendos Antik Tiyatrosu ile bilinen bir kenttir. Ancak içinde bulundurduğu yapılar arasında kamusal alan, genellikle hukuksal alanda kullanılmış olan Roma Bazilikası, Helenistik Dükkan Yapıları, iki katlı dükkan kompleksi, hamamları, su kemerleri, Nymphaeum yani çeşmesi ayakta kalabilmiş nadir yapılardandır. Size bunların hepsini detaylı anlatıp sıkmak istemiyorum. Ancak mutlaka gidip görmeniz gereken bir yer. Yüzlerce yıl önce yaşamış bir insanın kullandığı o binayı görmek, onun bastığı yerlerden yürümek bile muhteşem bir his doğrusu. Antalya’nın Serik ilçesine bağlı Belkıs köyünde bulunmaktadır. Uzak ama görülmeye değer bir kent. Aspendos’un kendi parasını bastığı da bilinmektedir. Bu da oranın ekonomik bağımsızlığını kazanmış olduğu anlamına gelir. Bunların yanı sıra Aspendos’ta gladyatör oyunları yapılmış olduğu söylense de henüz buna ait kanıt yoktur. Aspendos Tiyatrosu’nun etkileyen bir diğer özelliği ise muhteşem bir ses akustiğinin olması. Tiyatronun en üst caveasından ( oturma yerinden) atılan bozuk paranın sesi sahneden duyulmaktadır.

Gelelim benim yaşadıklarıma. Günün ilk ışıkları ile uyanmak (evet yanlış okumadınız saat 5:30’da uyanıyorduk) normal yaşantımda hiç yapmadığım bir şey fakat güzel anlardan biriydi. Saat 7’de arazide iş başı yapardık. İşçi çavuşu Selman, emektar Ali dayı günaydın diyerek gelirlerdi çevre köylerden. Ali dayı sürekli 1988 yılını anlatırdı. Besbelli anlatacak çok şeyi vardı. Çoğu zaman bize işimizi öğretirdi.

İlk günler çıkan buluntuları tanımakta zorlandım. Kimisi kireçli, kimisi yanık, kimisi fazlaca toprak ile sarmalanmış. Çoğu kırık zaten onlardan hiç bahsetmiyorum bile. Yüzlerce yıl önce yaşamış olan insanların dokunduğu şeylere dokunmak, yemek yedikleri kapları bulmak, süs eşyalarını bulmak müthiş bir histi. Oluşan bir yanık tabakasının altında sikke bulmayı beklemek bizim için büyük heyecandı. Çünkü oradan sikke bulursak yangının tarihini ortalama olarak bulabilirdik. Sonuç olarak oradan sikke gelmedi. Hayallerimiz suya düştü.

Kazı arazi dışında çevre antik kentleri de gezdik. Side Antik Kenti, Perge Antik Kenti bunlar içinde en çok bilinenleri. Bir de küçük adı pek duyulmamış olan Lyrbe Antik Kenti. Hepsi oldukça güzel ve ihtişamlıydı. Bunları yaparken hiç tanımadığım insanlarla aynı evde yaşayıp, buralara onlarla gitmiş olmamı  ve arazide onlarla çalıştığımı söylemeyi unuttum. Hepsi birbirinden iyi kalpli ve bilgili insanlardı. Hepsinden çok şey öğrendim ve çok güzel dostluklar kurdum.

Okuduğum bölümü ve işimi bir kez daha sevdim. Daha buraya yazacak çok anım ve bilgim var. Ama şimdilik bu kadar. Hayallerinizden vazgeçmeyin ve her seferinde o hayalinize ulaşmak için bir adım daha atın.

What do you think?

1 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by Cansu Yıldırım

Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji bölümü öğrencisi, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Medya ve İletişim bölümü öğrencisi. Kitap okumayı, müze müze gezmeyi sever.

Bir cevap yazın