in

Barış nedir? Düşünce okulu’nda bir sınav

Barış Nedir ?

Tek soru. Bir satır, iki kelime. Başarılar, saygılar, sevgiler vesselam. Barış Nedir ? Yazmak gerek bir şeyler. Savaşmamaktır, öldürmemektir. Savaş çığırtkanlarına, silahları çağıran tamtamlara rağmen hayatta kalmaktır. Huzur… Eşitlik… Yan sıralara göz ucuyla baktım, harıl harıl bir şeyler yazıyordu herkes. Neler yazıyorlardı acaba ? Bir ben miyim kelimeleri tükenen ? Barış Nedir ? Medeniyet… Barış ve medeniyet… Gerçekleşmesi güç şeyler. Nerede barış var ? Nerede ? Hangi köşede ? Barış ne imiş ? Ne yazmalı ? Avuçlarımın içi terlemişti.

 

writing 1209121 3401

 

– Son rötuşları yapın, 3 dakika !

İhtiyar düşünürün tok sesi ile silkindim. On iki dakika geçmiş demek. Düşün, taşın, yaz, hepsini sığdıracaksın on beş dakikaya. Az mı çok mu ? Kalemi yeniden elime aldım. Savaş manzaraları… Binlerce kilometre uzaktaki yerlerden bana ulaşan, gözüme sokarcasına gelen o görüntüler… Silah sesleri, bombalar… Havada vızıldayan, uçuşan, çarpışan kurşunlar… Uykusuz, kanlı, çökmüş gözler… Ölüm… Yaşam… Biten hayatlar, perişan insanlar… Aç, bir deri bir kemik çocuklar, kadınlar… Diğer tarafa bakıyorsun; refah, özgürlük, eşitlik, demokrasi, insan hakları… Tüm dünya kardeş madem, niye oluyor ki bunlar ? Neden yok burada barış ? Var mı ki barış ? Barış nedir, yazın bakalım. Zor soru. Hayır, kolay. Sahi ne demişti muzip öğrencinin biri ? Hocam sorular kolay da yanıtlar zor. İşte tam olarak bu. Barış… Savaş… Boş kağıt vermek olmaz. Ne demeli ? Birkaç kelime döküldü kalemimden, kağıdın baş tarafına kırmızı kalemle numaramı yazdım, verdim. Kabul eder miydi ki ? Neyin sınavıdır ki bu ? Bana göre doğrusu budur. Yine verseler önüme kağıdı, yine yazarım. Okur mu ki ? Saçma mı der ? Düşüncem değil mi bu benim ? Burasışünce Okulu değil mi ? Sordu, ben de yazdım.

children of war 1172016 3401

İki gün geçti. Dört saattir kağıtların akıbetini merak ediyordu bütün sınıf. İhtiyar düşünür tek kelime etmemişti kağıtlar hakkında. Ders Hürriyet… Bir soru bir cevap… Dört saat geçti. İhtiyar düşünür kirli mendiliyle gözlüğünü temizledi, önündeki kitapları toplarken orta sıralardan biri:

– Kağıtlarımızı okuyabildiniz mi profesör ? Düşüncelerimizi nasıl değerlendirdiniz ? dedi.

Kağıtlarımızı… Düşüncelerimizi… Tüm sınıf adına, grubun sözcüsü gibi konuşuyor. Kendi adına konuşsa bencillik olmaz mı ? Egoistlerden hiç haz etmez profesör. Öğrencinin cesareti onun da dikkatini çekmiş olmalı ki, gözlüğünün üzerinden süzdü ağır ağır.

– Evet, demekle yetindi. Müsveddelerinizin halini görmeyi çok istiyorsunuz demek.

Tane tane söylediği bu sözlere şaşırmıştık. Müsvedde ? Ne demek istedi ki ? Açık açık söyledi işte, daha ne olacak ? Bir yığın kağıt belirdi masanın üzerinde.

paper 315772 3401

 

– Barış… Tek soru… Düşünceler… Ne düşünüyorsunuz, ne anlıyorsunuz bu barıştan ? Başka bir şey söylemeden bir kağıt aldı eline, sınıfa gösterdi.

– Numara 528, dedi. 528 numaralı öğrenciyi ayakta gördü.

– Otur, burası lise değil ve ben de kırık notları bol, demir yumruk matematik öğretmeni değilim.

528 yerine oturdu. İhtiyar düşünür kağıdı şöyle bir inceledikten sonra:

– Bu satırlar sana mı ait ? dedi.

528 heyecanla, ‘ Evet efendim. ‘ dedi. İhtiyar düşünür zoraki güldükten sonra ‘ Yalan söylüyorsun. ‘ dedi. Başlar bir anda 528’e döndü. İhtiyar düşünür masada üst üste dizili kitapların birine uzandı. Sayfaları hızlıca çevirdi.

stock photo a stack of old books 824276471

– 528, çok zeki olduğunu zannediyordu ki Profesör Aleksandreus’un kitabının 617. sayfasının 2. paragrafındaki cümleyi yazmış. Sanıyor ki bir iki kelimenin yerini değiştirip üstüne birkaç etkisiz kelime ekleyerek nokta virgül kaldırarak özgün olduğunu gösterecek, aklınca intihal yaptığını saklayacak, biz de kör olduğumuz için onu görmeyeceğiz, değil mi ? Ona 100 üzerinden 100 vereceğiz. Sonra da bu çalıntı notlarla bu sınıfı geçip topluma lider olacağını zannediyor ama bu bir boş hayal !

528’de tık yoktu. Başını öne eğmiş, yere bakıyordu. Elli baş ona dönük. Düşünürün sesi haricinde çıt çıkmıyor.

– Bu girişimin cezasını biliyorsun, değil mi 528 ? Düşünce Okulu’nun Disiplin İlkeleri’nin 3/1. maddesindeki kuralııkça çiğneyerek suç işledin. Fikir hırsızlarının cezası nedir ?

Fikir Hırsızlığı, Düşünce Okulu’nda işlenebilecek en ağır suçlardan biriydi. 528’den ses çıkmayınca ihtiyar düşünür tamamladı yine:

İlgili ilke ve kurallar 3/2 maddedeki kural uyarınca, önce uyarılır ve halen uymuyorsa hakkında beyan edilecek nota censoria ile Kurul‘a sevk edilmek suretiyle oradan alınacak kararla okuldan ihraç edilir. Umarım ki daha önce de böyle yakalanmamışsındır.

Herkes 528’in akıbetinin ne olacağını merak ederken bu defa bir başka öğrencinin numarası söylendi.

– 744 numaralı öğrenci, kağıdında yaptığııklamayı izah edebilir mi ?

Az önce kağıtları soran öğrenciydi bu. Elini kaldırdı, düşünür ile bir an bakıştılar.

– Neyi izah etmemi istiyorsunuz efendim ? dedi. O an düşündüm. Ya çekmiş sıfır ya da onunki de 528 gibi intihal.

– Barış nedir ? diyorum, sen bana bambaşka şeylerden, insan haklarından bahsediyorsun. Sorunun ne olduğunu anlamadınız mı 744 ?

– Efendim bunların hiçbiri barış olmadan olmaz. Barış insanlığın şah damarıdır. O olmadan örneğin ne insan hakları olur ne de…

– Konumuz bu mu ? İnsan hakları dersi vermeye meraklıysanız yanlış yerdesiniz bayım. Sizi Hukuk bölümüne transfer edelim, belki orada İnsan Hakları Genel Teorisi dersi vermeniz mümkün olabilir.

Kağıtları bir araya topladı, ortadan ikiye ayırdı. Bir yandan konuşmaya devam ediyor. Masanın üzerindeki defteri karıştırdım. Neler var içinde, neler… Baş parmağımın yan derisini kemirdim.

– Bakın, size yeni bir ders vereyim, dedi ihtiyar düşünür. Şimdi sorarsınız, merak ediyorsunuzdur. Bu kağıtları neden yırtmış olabilirim ? Belki de içerlediniz. Çünkü her bir kağıtta yazanlar belirli bir fikrin ürünü. Tabi 528 hariç. Bu dersten çıktıktan sonra gidip beni Kurul‘a, fikirlere saygı ilkesini çiğnediğim için şikayet edebilirsiniz, haklısınız da. Ancak bir de şunu düşünün. Barış diyoruz. Bu kürsüde ilk dersleri hatırlayın.

Masanın üzerinde tek bir kağıt kalmıştı, onu aldı. Önüne arkasına dikkatle baktı.

– 3225 burada mı ?

Elimi buradayım manasında kaldırdım. Düşünür bana da şöyle bir baktıktan sonra,

– 3225’in yanıtı basit. Olmayan bir şeyin size nesini izah edebilirim ? İşte bu kadar.

Sınıf bana bakıyordu. 744, o zavallı yavru filozofu unutamam. Ne kıskanç bir bakıştı o ! Önümdeki bayanlar, fısıldaşıp beni mi çekiştirirler yoksa ?

– Sadece farklı bir yol açmak istiyorum sizlere, dedi düşünür, kalın gözlüğünü masanın kenarına bırakırken.

– Barış nedir ? sorusunun altına siz de şöyle bir soru yazabilirdiniz: Barış diye bir şey var mıdır ? Bir şeyi anlatmak için önce o şeyin varlığı gerekmez mi ? Çevrenize bir bakın. Bir daha sorun. Barış var mı ? Varsa neden hala sağda solda insanlar bombalarla ölüyor, açlık ve sefalet çekiyor ? Böyle bir kitleye karşı bir başka kitle ise zenginlik, rehavet, huzur içinde yaşar durur, gününü gün eder. Sizce böyle bir ikili yaşamın olduğu bir dünyada gerçek bir barış olur mu ?

Sınıf bir ağızdan, ” Hayır, olamaz. ” dedi. Güzel, aksini düşünen yok.

– Efendim, ben de onu demek istedim, diye kurtarmaya çalıştı 744. Fakat bu defa düşünür, kendisinden beklenmeyen bir sertlikle ” Sen bir sus. ” demesin mi ?

Kendi kendime güldüm. O gün 528 gibi sağdan soldan araklama sözlerle toplama bir şeyler yazıp bunları da kendi fikrimmiş gibi kırk yıllık düşünüre satmaya kalkışabilir ve bu hareketimle sınıf ortasında 528 gibi cezam kesilmek suretiyle okuldaki tüm itibarım baştan yok olabilirdi. Bir daha temizle temizleyebilirsen fikir hırsızlığını üzerinden. Ya da 744 gibi artistik şairane laflarla boş laflar edip böyle de rezil olabilirdim. Bu birkaç kelimenin beni Düşünce Okulu’nda bu kadar meşhur edeceğini tahmin etmezdim. Sonraki zamanlarda savaş, barış, varlık, insan gibi çeşitli konularda pek çok yazı yazdım, bunların bir bölümü Düşünce Okulu’nun mecmualarında neşredildi.

– 3225, seni hem severim hem sevmem. Seni önce bu okulun müdürü, ordinaryüs yapmalı, sonra da şu lanet aykırılıklarla dolu yazı paçavralarınla beraber buradan ebediyen def etmeli !

Aradan geçmiş şimdi otuz beş yıl, şu an ne miyim peki ? Yürüdü gitti ünüm. Bendeniz, Düşünce Okulu Toplumsal ve Evrensel Sulh Kürsüsü Profesörü M.

– Hoşgeldiniz, Profesör M. !

– Profesör M, o günkü tarihi yanıtınız ile…

– Bay M, son dersinizde bize demiştiniz ki…

 

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Turuncu Yazar

Written by Mehmet Metin

19 yaşında, hukuk öğrencisi. Uluslararası ilişkiler, yakın tarih, politika, edebiyat özel ilgi alanlarıdır. Kuru kalabalıklardan farklı düşünmeye çalışan, bu hayatta ayrıksı duran bir basit kimse. 2015 Adalet ve Dürüstlük konulu kompozisyon yarışmasında kaleme aldığı kompozisyon ile ikinci olmuştur.

Bir cevap yazın