in

Bir Hikayeden

Sizinle paylaşacağım yazı bir kız çocuğunun var oluş hikayesi.

“Hayallerle hayat arasındaki kılıçtan keskin ve ince duvarda kız çocuğunun dengesi.

Ne adının ne yaşının ne de yaşadığı şehrin bir anlamı var bu hikayede.

Birbirlerine deliler gibi aşık olan anne ve babanın ilk evladı ve babasının yaratıcıdan en çok istediği şey, bir kız çocuğu.

Eğitimli ailesinin iyi yerlere gelmesi muhtemel kızı; aynı zamanda korunmuş, kollanmış ve şımartılmış minik prenses.

Yaşadığı saltanat koskoca ömründe bir kum tanesi.

Kıskançlık krizlerinin sebebi 4 yıl arayla doğan erkek ve kız kardeşi.

Sonrasında ise payına düşen rol tam da beklendiği gibi ikinci annelik.

Lakin her zaman ailesinin ilk göz ağrısı ve tabii ki devamında getirdiği baş ağrıları.

Su gibi akan hayata karşı koyamayan bedenler.

En küçük zamanlarından en deli gençlik çağlarına, oradan da orta yaş sendromunun sancılı kollarına kadar özgür ve bağımsız.

Daha minicikken ayıcıklı çantasına koyduğu mayolarıyla sokak çocuğu olma kararı.

İlkokul yıllarında kimseye haber vermeden ortadan kaybolması ve ailesini tüm arkadaşlarının evlerini aramak zorunda bırakması.

Beklenenin aksine lisede gelen durgunluk ve gidilen yerler için aileye haber verilmesi.

Şaşkınlık ve beraberinde gelen ‘kızımız büyüyor’ hissi.

Üniversite, tanıdık ama yabancı bir şehir.

Kimler nerede takılır, nerelerde yemek yenir, en önemlisi ise nerede yaşanır sorunsalları ve her birinin çözümü.

Parasızlık, yanlış arkadaşlar, ayaklarının üstünde durma ve gözü kara her işe girişme isteği.

Yurt dışı hayallerine tabii ki bir ucundan başlayacak.

Boğazından kısarak ya da başkasının pisliğini temizleyerek, belki ikisine de mecbur kalacak.

İlk aşk! Yine önünü görmeden, bu defa severek ve sevildiğini sanarak.

Acının böylesini kimse tatmamıştır diyecek, pişmanlık faresi içini kemirirken.

Mezuniyet, iş hayatı, kariyer…

Ebeveynlerinin özgür ruhlu prensesi.

Her yerde başarılı, öz güvenli iş kadını ama ailesine göre hala minik bir kız çocuğu.

İlk emeklediği gün ve ilk baba deyişi dün gibi.

Sevilmek, terk edilmek, sevmek, terk etmek ve yine sevmek.

Beyaz gelinlik, o büyülü gün.

Her kız çocuğunun hayalleri, peri masalı gibi.

Mutlu yuvada tek eksik.

Müjdeli haberler, beklenen bir bebek.

‘Hazır mıyım’ sorusunun cevabı asla kesin olmadı.

9 ay sonunda bir kucak dolusu mutluluk, sütle karışık huzur kokulu.

İnce çizgide hayallerine tutunmaya çalışacak yeni bir kız çocuğu.

Bir hikayenin sonu, yeni bir hikayenin umudu…”

…Diyebilseydim keşke sevgili okuyucu. Keşke mutlu sonla biten öykülerin baş kahramanı olsa her kız çocuğu. Keşke bunlar cinsiyet ayrımı gözetmeyen ailelerin, yaşı kaç olursa olsun ruhu çocuk kalan o bedenlerin zarar görmediği, eğitim ile hür iradenin ve birey bilincinin yerleştirildiği, kirli zihinlerin olmadığı hikayeler olsalar. Olsa da her gün bir dilek feneri uçsa kız çocuklarının avuçlarından, yarınlara.

What do you think?

1 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by İrem Demirel

Anadolu Üniversitesi- MATSE

Bir cevap yazın