in

Biz hep kaybettik

Köyün en yaşlısı ve en biliri olan Seyit Amca, köyümüze yeni atanan öğretmene anlatıyordu.
“Aah aah Öğretmen Bey! Neler yapmadık bu bizim muhtarı başımızdan atmak için. Bizde bir muhtar var, Allah seni inandırsın ömründe böyle bir adam görmemişsindir. Dolandırıcının, yalancının, üçkâğıtçının önde gideni. Bugün kara dediğine yarın beyaz der. Bir bakmışsın yarın beyaz dediği şey başka bir gün olmuş mu sana gri. Kıldığı namaz bile yalan namussuzun. Namazı kıldığı falan yok Öğretmen Bey. Hepsi bize şirin gözükmeye çalışmasından. Zamanında inandık, dindar dedik, vatan millet seven adam dedik her bir şeyimizi buna emanet ettik. Şimdi köyce elimizde avucumuzda kıt kanaat geçineceğimiz toprak kaldı. Ama o namussuz koca bir ev yaptırdı kendisine. Ev dediğime bakma, biz evin büyüğünü görmediğimizden dilimiz dönmez ismine. Görsen on beş odalı, bahçeli, havuzlu bir ev.
Komşu köyler desen bize düşman. Allah korusun başımıza bir afet neyin gelse yardımımıza koşan olmaz da evsiz barksız, aç, susuz kalırız.
Neler yapmadık ki Öğretmen Bey bu bizim muhtarı başımızdan atmak için. Bundan üç seçim öncesiydi. Karşısına iki aday çıkardık. Hem de sağlam, okumuş adaylar. Biri kazanmazsa diğeri kazanır dedik. Bu taklacı kendi adaylarımızı birbirine düşürüp, kendi çıkardığımız adaylara bizi düşman etti. Sadece adaylar değil, köylüler de birbirine düşman oldu. Yani senin anlayacağın bizi bize düşman etti. Sonra çıkıp “daha bunların kendilerine faydaları yok, köyümüze, vatanımıza, dinimize nasıl hayırları dokunsun” diye haykırınca biz o gazla kandık yine buna. Cahiliz neylersin!
Köy git gide bunun tapulu malı olmaya başladı. Sanki köy onun, biz de misafiriyiz gibi. Birimiz adım mı atacak, aman onu kızdırmadan atmalı adımını. Öyle korkar olduk ki sıçmayın dese sıçmayacağız. Kendine göre yasaklar koyar. İstersen uyma yasağa. Anında köy düşmanı damgası yersin, köylü de yüzüne bakmaz.
Bir sonraki seçimlerde, bir önceki seçimden ders alıp tek aday çıkardık. Bu sefer garanti muhtarlıktan defedeceğiz onu. Yani biz öyle sanıyoruz. Oy kullanma işi bittiğinde naaptı neetti oyların sayımını akşam karanlığına bıraktırdı. Tam biz sandığı açacakken şak diye elektrikler gitmez mi? On dakika sonra geldi ama gelse n’olcak iş işten geçti. Nasıl oldu, nasıl becerdi bilmiyoruz ama yine sandıktan o çıktı.
Köy günden güne eriyor Öğretmen Bey. Böyle giderse köy diye bir şey kalmayacak. Süleyman Efendi diye biri var bizim buralarda. Kendisini yakında görürsün. Zayıf, uzun bir şey. Bir gün kahvede otururken, bir hışımla girdi kahveye.
– Yetti artık kardeşler. Köyümüzü yok edecek bu dürzü. Elimizde avucumuzda ne varsa alıyor. Son seçimde oyları çaldı be! Yalancı, düzenbaz, hırsız bu herif. Bu hırsızı dehleyelim artık başımızdan.
– Napalım Süleyman oğlum, dedim. Hangi adayı çıkarsak, bir oyuna getirip yine muhtar oluyor. Artık kimse uğraşmak istemiyor.
– Ben aday olayım. Beni muhtar seçin, dedi. Bu yalancıyı, hırsızı alt etmeyi bilirim. Din, iman kuvvetiyle her şeyi yaparız evelallah.
Biz Süleyman Efendi’yi aday gösterdik Öğretmen Bey. Seçime de bir ay neyin kalmıştı. Bizde bir rahatlama, bir gevşeme… Görsen, huzurdan kuş gibi uçup gideceğiz.
Seçim günü geldi çattı. Sabah erkenden dört kişi köy okuluna gittik. Jandarma pusulaları getirdi. Kontrol amaçlı açtık çuvalı. Bir de ne görelim Öğretmen Bey! Pusulada sadece bizim muhtarın adı var. Sinirden, şaşkınlıktan başım döndü. Şimdi napmalı? Herif kendi kendine oy verse yine muhtar. Koştura koştura Süleyman Efendi’nin evine gittik. Bizi görünce kollarını açtı iki yana.
– Ooo emmiler hoş geldiniz. Hayır mı? Niye okulda değilsiniz?
– Bırak şimdi okulu oğlum, dedim nefes nefese kalmış halimle. Pusulada senin adın yok. Bu namussuz tek aday. Yine mi oyun etti? Ne iştir, napacaz?
– Heee o iş mi? Emmiler ben size söylemeyi unuttum. Ben muhtarlıktan vazgeçtim. Aday olsam muhtarımıza ayıp olacak. Öyle güzel insanın güzel kalbi kırılır mı?
– Ne saçmalıyorsun oğlum sen? Bir hışımla kahveye girip “bu hırsızı başımızdan dehleyelim, bu hırsızla ben baş ederim” demedin mi? Hırsız dediğin adama şimdi güzel insan diyorsun.
– Ben hırsız demedim ki emmi. Hırssız, mütevazı bir insan dedim. Yani biraz daha hırs yapsa köyümüz daha da kalkınır. Ama ben inanıyorum. Allah’ın izniyle bu seçimden sonra muhtarımız bunu da başarır.
Duyduklarıma inanamıyordum Öğretmen Bey. Ben artık sinirden konuşamıyordum. İlyas konuşmaya başladı.
– Oğlum sen iyi misin? Bu uğursuz sana büyü falan mı yaptı? Hırsız dedin, sonra da yalancı dedin ya. Bu kulaklar hep duydu.
– Artık durun bakalım emmiler. Burada hepimiz elhamdülillah müslümanız. Dinimiz bir, kardeşiz. Hâşâ ben muhtarımıza öyle şeyler söylemedim. Belki ben hızlı konuştuğumdan söylediklerimi yanlış anlamış olabilirsiniz.
Ne yaptıysak, ne söylediysek dediklerini inkâr etti. El mahkûm Süleyman Efendi’nin evinden ayrıldık. Seçim yapmaya gerek bile yoktu ama usulen yine yaptık. Görsen nasıl kasılıyor muhtar. Biz bu iş nasıl oldu diye düşünüyorduk. Sonradan öğrendik ki, muhtar, Süleyman Efendi’yi ikna etmiş. Ona yanında yardımcılık vermiş ve evinin yanında, kendisininkinden biraz daha ufak ev yaptırma sözü vermiş. Ki yaptırdı da. O iki evde hep bu köylünün emeği, alın teri, hakkı var. Bizim kıçımız, affedersin alnımız terliyor ama sefasını bu iki deyyus sürüyor.
Görüyorsun işte Öğretmen Bey, neler yapmadık ki bu bizim muhtarı başımızdan atmak için, köyümüzü, köy ahalisini kurtarmak için. Ama ya cahilliğimizden ya o namussuzun hırsızlığından ya da içimizdeki kaypaklardan kaybettik. Ama hep kaybettik. Değişmeyen tek şey o.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by Kemal Kaçamak

Bir cevap yazın

yorumlar