in ,

Cinsiyetçi Nedenlerle Tarihin Tozlu Sayfalarına Mahkûm Edilmiş 5 Harika Kadın

Bazı insanlar bize inansa da, insanlığın ortak kaderi yalnızca erkeklerin nezaketine göre belirlenmez. Kadınlar da bir şeyler yapar, hatta kimilerine göre önemsiz gözüken bazı işleri bile. Tarih kitaplarında çoğunlukla sadece erkekler yazılır, bunu biliyor muydunuz? Kadınlara ait neredeyse hiç sayfa yoktur çünkü onlar “tehlikeli ve sinsi”dirler. Haydi, bunun gibi cinsiyetçi görüşlerden birkaçı değiştirip tarih sayfalarının kimleri mahkûm ettiğine bir bakalım!

Emilie du Chatelet; Çok Yetenekli Bir Bilim insanıydı-Ya da sadece “Voltaire’nin Kız Arkadaşı” Olarak Da Hatırlayabilirsiniz

591915 v2

Emilie du Chatelet, varlıklı bir Fransız aristokrat ailenin kızı olarak 1706’da doğmuştur. Fakat annesi ve sosyete çevresi ona çok rahatsızlık vermiştir.  Oldukça zekiydi ama onu kullanmama niyetindeydi.  Yaşlı annesinin de izniyle, bu durum onu tek yönlü bir biletle manastır yoluna koymuştur. Fakat babası ondaki yeteneğin farkına varmış ve kızı Emilie’i bu yeteneğini kullanması için teşvik etmeye çalışmıştır. O dönemin önemli birçok bilim insanıyla tanışması için bir toplantı düzenlemiştir. Ve bir süre sonra Emilie kendi başına bilimsel bir santral haline gelmiştir. Fizik alanında öncü olmuş, kızılötesi ışınları keşfetmiş, enerji ve enerjinin korunması konusunu aydınlatmış ve birkaç önemli araştırma yayınlamıştır. Ayrıca, Newton’un daha önce yazdığı fakat buruşturup kıvırdığı notları olan Newton’un Matematik İlkeleri’nin birkaç cildini Fransızca’ya çevirmiştir. Sadece çevirmekle kalmamış; teorilerin test edilmesinin yanında daha iyi anlaşılıp öğretilmesine katkıda bulunacak kendi yorumlarını da eklemiştir. Bu çalışması günümüzde hala Fransızca olarak basılmaya devam etmektedir.

Peki, Tarihin Tozlu Sayfalarında Nasıl Mahkûm Bırakıldı?

Seçkin bir yazar ve filozof çağın en yetenekli bilim insanlarından biriyle görüşmeye başladığında, onu hiçbir şey durduramaz! Evet yanlış okumadınız, onu. “Emilie’yi” ya da “onları” değil, sadece erkeği yani “onu”… Emilie’nin erkek arkadaşı olmak; Voltaire olmak için iyi bir şanstı fakat Emilie için “Voltaire” olamamak kötü bir şanstı. Emilie ve Voltaire sık sık birbirlerine yardımcı oldular, hatta Voltaire’nin ünü Emilie’nin fikirleri için bir çevre oluşturmasına yardımcı oldu olmasına ama bu grup çalışması Emilie’nin mirasını kazara sabote ettiği için sonlandı. Bilim dünyası zaten çalışmalarıyla çoktan alay etmişti çünkü gerekli araçları yoktu- doğru, birisi elinde kullanışlı bir penis olmadan küçük mesafeleri nasıl ölçebilirdi ki? Voltaire’in ismini onunkinin yanında gördüklerinde işler değişti. “Oh şükürler olsun, işin içinde bir penis olması gerektiğini biliyorduk!” dediler ve Emilie’nin başarılarıyla Voltaire’i değerlendirdiler. Emilie’nin başarılarıyla kendi başına değerlendirilmesi tuhaf olurdu, değil mi? Bu zamana dek, Emilie du Chatelet sadece Voltaire’in kız arkadaşı olarak anıldı; çalışmalarıyla, başarılarıyla, bilime kazandırdıklarıyla değil…

Rosalind Franklin; DNA Araştırmasına Öncülük Etti- Fakat Diğerleri Onun Bir Hırsız Olduğunu İddia Etti

591913 v3

Rosalind Franklin bir kimyager ve devrim gerçekleştiriği biyoloji alanında bir öncüydü. Aslında, DNA yapısını keşfetti. Bu o kadar da kolay olmadı: Rosalind cinsiyetinden dolayı hep küçümsendi ve hafife alındı fakat bunlar onu 33 yaşındayken DNA’ın en küçük yapısının şeklini ortaya çıkarmaktan ve bilim öyküsüne ilişkin keşfini kronolojik olarak yazmaktan vazgeçiremedi. Dünyayı değiştirdi! Şu anda keşke dünya tam da burada dursaydı…

Peki, Tarihin Tozlu Sayfalarında Nasıl Mahkûm Bırakıldı?

1951’e geri dönecek olursak, Rosalind Franklin Londra’daki King’s College’da çalıştı. Burada DNA araştırmacısı Maurice Wilkins onu yanlışlıkla teknik asistan olarak gördü. İşte görüyorsunuz, kadın olduğu için bilim uğruna gerekli olan testislerden mahrumdu. Toplarınızı terazinin bir kefesine koyup diğer kefesindeki şeyi tartmak için kullanırsınız. Evet, bunlar bilimsel şeyler. Çuvallamadan tam anlamıyla bilim yapamazsın.

Franklin son çalışmasında imkasızı başardı ve DNA’ın daha önceden bahsedilen X-ışını resimlerini çekti. Wilkins, Resim51 olarak da bilinen Rosalind’in kanıtı tesadüfen buldu. Ve sonrası, “özgür bilim”! Resmi, Cambridge Üniversitesi’ndeki birden DNA ile ilgilenmeye başlayan arkadaşları James Watson ve Fransic Crick’e gösterdi. Resim51, Watson ve Crick için devrim niteliğindeydi çünkü zaten aradıkları bir şeyin fotoğrafıydı. Nisan 1953’te Doğa konusu adı altında bu araştırmayı büyük bir zevkle yayınladılar. Merak etmeyin, Rosalind Franklin de kendi buluşunu yayınladı hem de aynı konu adı altında!

Barbara McClintock; Genetik’te devrim yaptı, Fakat Aynısını Bir Erkek Yapana Kadar Hiç Kimse Onu Farketmedi 

591920 v2

3 numara listedeki 5’inden biraz farklı: Barbara McClintock bilimin genetik anlayışında devrim yaptı ve hiç kimse çalışmasını çalmadı. Evet, kimse çalmadı çünkü hiç kimse onun bu devrimini farketmedi ta ki başka bir zamanda bir “erkek” yapasaya dek…

Missouri Üniversitesi’nde McClintock, sık sık mutasyona yol açan bir işlem olan kromozomların kendilerini ayırıp birleştirmelerini keşfetti.  Yeteneğine rağmen, personel toplantılarına hiçbir zaman çağrılmadı ve ilerlemeyi reddetti. Missouri Üniversitesi’nde hiçbir zaman ilerleyemeceğinin farkına vardı ve New York’ya Carnegie Enstitüsü’nde bir açılış yaptı. Orada, Cold Spring Harbor araştırma fakültesinde, genetikte devrim yapacaktı.  Ve yine aynı yerde, Cold Spring Harbor araştırma fakültesinde, herkes bir kadın olarak onun konuşmasına kayıtsız kalacaktı…

Bu zamana kadar genetikçiler, ebeveynlerden değiştirilemeyen kilitli kromozomlar vasıtasıyla yavrularına kalıtsal genlerin aktarıldığını düşündükleri Mendel genetiğine sıkı sıkıya bağlıydı. Aileden çocuklara, çocuklardan onların çocuklarına uzayacak şekilde bir miras anlamına gelirdi. Yani, Madden oyununun genetik eşdeğeri türü.

Peki, Tarihin Tozlu Sayfalarında Nasıl Mahkûm Bırakıldı?

1948’de McClintock bu fikri kafasında değiştirdi: Bazı kromozom bölümlerinin genleri değiş tokuş edebileceğini keşfetti. Bu devrim niteliğinde bir şeydi! Aslında, Sewall Wright hesaplama ile ilgili yanlış yaptığını ona doğruca söyledi. McClintock’un doktora ile ödüllü bir genetikçi olduğunu ve araştırmasını incelemesi için onu derhal deşifre etmeye istekli olduğunu unutun. Keşfinden yıllar sonra McClintock üniversiteleri gezdi, araştırmalarını anlattı, şu anda var olmayan bilimsel dergilere mektuplar ve araştırmalar gönderdi.

10 yıl sonra, McClintock araştırmasını kabul ettirmekten vazgeçti ve başka çalışmalara yöneldi. 1961’de sonunda onunki ile aynı sonuca ulaşan bir araştırmayı bir erkek tarafından yapılmış olarak okudu. Artık iş bir dizi penis tarafından resmen doğrulanmış ve sonuç olarak toplum tarafından kabul edilmişti. McClintock Amerikalı Biyologlar için yıllar önce kendisinin de aynı şeyi yapmış olduğunu söyleyen bir yazı yazdı. Daha sonra, 35 yıllık çok “az” bir süre sonra McClintock araştırmalarının kabul edildiğini gördü. Nobel Ödülü’nü kazandı. Çok kısa bir zaman sonra, yani 1983’te. Ölmeden önce fark edilip, hak ettiği değeri ve ödülü almasına sevinelim mi üzülelim mi?

Başka Bir Keane Tarafından Tasarlanan Keane’nin Çocukları Resimleri 

591908 v2

Tim Burton’ın filmlerindeki karakterlerinin kocaman gözlerini hiç farkettiniz mi? Sadece animasyon karakterleri de değil, gerçek karakterleri de öyledir. Mesela, kocaman gözleri saklamak için göz bandı takan Johnny Depp gibi. Ama bütün büyük gözler, soluk cilt, Burtonesk bir görüntü tarzı aslında ilk olarak 1960’larda “Keane Çocukları” resimleri ile ünlenen ressaam Walter Keane tarafından ortaya çıkarılmıştır. İtiraf edecek olursak, resimleri Walter yapmadı. Karısı, Margaret Keane yapmıştı. Hatırlıyorsunuz değil mi? Hatırlamıyor musunuz yoksa? Aa, neden ki acaba? Yoksa o da tozlu sayfalara mı mahkûm edildi? Bakalım;

Peki, Nasıl?

Yetenekli olmasına rağmen, Margaret Keane oldukça içine kapanık ve utangaçtı. Oysa başarılı bir sanatçı olarak kariyer yapmak için bir satış elemanı ve onunla iletişim kurmak gerekirdi. Resimlerinin altına da sadece soyadı ile imzasını atardı. Kocası bir sanat tüccarı aynı zamanda da üst seviye bir karaktersizdi. Bu durumu hemen fırsata çevirdi. Karısının resimlerini alıp kendininmiş gibi satmaya başladı ve gün geçtikçe milyonlar kazandı. Oysa Margaret bu şaheserleri ortaya koymak için günün 16 saati boyunca bir odanın içinde duruyordu. Bu arada, Walter ise 1960ların popüler sanatçılarından biri olduğu için evin içinde mutluluktan uçuyordu. 1965’te, 10 yıllık mutsuz bir evlilik ve kariyer istismarından sonra Margaret sonunda Walter’dan boşandı. Walter, onu resim planlarına ikna etmeyi başlangıçta başarsa da, Margaret daha fazla dayanamadı ve Walter’in resimlerle ilişkisini kopardı. 1970’de, tüm dünyaya aslında resimlerin sahibinin kendisi olduğunu sonunda söyledi ve Walter’a bu söylediğini kanıtlaması için meydan okudu. Fakat Walter hiçbir zaman bu meydan okumaya karşılık vermedi yani Margaret’in söylediğini kanıtlayacak hiçbir şey yapmadı ve böylece resimler üzerindeki anlaşmazlık sürüp gitti. Margaret bunu mahkemeye taşıdı, Walter artık mahkemeye gelmişti. Fakat Margaret’i, onu ve çocuğunu öldürmekle tehdit etti. Belki de Keane Çocukları bu yüzden korkmuş bir ifadeye sahipler…

Margaret daha fazla dayanamadı ve jürinin yanında eline fırçalarını aldı. Keane Çocuklarını 53 dakika içinde çizip bitirdi.  Walter ise hakimi “Elimde bir yara var,o yüzden ben yapamıyorum” diyerek kendince ikna etme çalıştı. Mahkemenin nasıl sonuçlandığını tahmin etmek zor olmamalı. Margaret Keane kendi hakkı ve yeteneğiyle 4 milyon dolar kazandı. Bu yazıda Tim Burton hakkında kötü adam olarak bahsetmedik, yanlış anlaşılmasın. Sadece Keane Çocukları’nın onun üzerindeki etkisinden bahsettik. Zaten bu, kendisinin de bildiği bir şey. Hatta 2014’te Keane hakkında bir film yaptı. Ama maalesef, Big Eyes (yaptığı film) toplum tarafından pek fark edilmedi…

Artemisia Gentileschi; Resimleri Erkeklere Atfedilen Büyük Bir Ressamdı, Çünkü Cinsel Saldırıya Uğramıştı

Çoğunlukla kadınlara yer vermeyen birçok tarihsel fantezi sanatı bulunmaktadır… bağımsız ışık. Mesela; Alessandro Allori tarafından ele alınmış İncil ile ilgili bir tasvir olan “Susanna And The Elders”…

591902 v2

Bu bir saldırıdan daha çok porno sahnesine benziyor. Aslında değil ama porno sahnesi olsaydı daha mı iyiydi? Susanna, bahçesinde sadece banyo yapıyordu. Ve ona cinsel olarak saldırıda bulunan iki adam ona sapıkça bakıyorlardı. Tamam, bu bir kenarda dursun.

Şimdi diğer yönünden ele alalım:

591903 v2

Bu tablo; “o, kendi istedi” temasından kurtulmak amacıyla Artemisia Gentileschi tarafından yapılmıştır. Bu tema o dönemin roman konularından biri de olmuştur. Aşağıdaki resim Artemisia’nın; Judith’in Holofernes’i öldürüşünü anlatmaktadır. Buradaki hikâyenin devamı şöyledir: Hizmetçi Abra’nın yardımı ile ismi olup cismi olmayan Judith, Holofernes’i içmesi için o kadar zorlamış ki sonunda kendinden geçmiş. Uyuduğunda, kadın başını kesmiş ve böylece şehirlerini Holofernes’in kuşatmasından kurtarmışlar.

591901 v2

Artemisia’nın resimleri güçlü, kararlı ve tehlikeli kadınları anlatır. Şimdi ise bunu Caravaggio tarafından yapılmış, aynı şeyleri anlatan başka bir resim ile karşılaştıralım:

591904 v2

Bu resimde ise Judith, erkeğin başını elinde kirli bir kâğıt tutar gibi tutuyor ve cadı görünüşlü olarak tasvir edilen yardımcısı ise masum, tatlı Judith’i adamı öldürmeye zorlarmış gibi yanında duruyor. Artemisia’nın tüm eserleri, sanat galerilerinde gülünç, itaatkâr ve gösterişli kadın tasvirleriyle bakanları rahatsız ederek dikkatlerini çeken, kadınlığın gerçek bir portresidir. Ve o, kuşağının gerçekten en iyi ressamlarından biriydi.

Öyleyse niye daha önce hiç duymadınız? İsmi zor söylendiği için olabilir mi? Mesela, Carvaggio demek daha kolaydır belki?

Peki, Tarihin Tozlu Sayfalarında Nasıl Mahkûm Bırakıldı?

Artemisia 18 yaşına geldiğinde, babasının arkadaşı Agostino Tassi ona tecavüz etmiş ve babasının tecavüz olarak öğrenmemesi için kendisiyle geçmişe yönelik evlenmeye zorlamıştır. Kötü olduğu kadar cesur bir strateji aynı zamanda aptaldır da. Fakat babası gerçeği öğrendi ve halka açık bir meydanda cezasını verdi. Bu olay Tassi’ye Artemisia’nın bir sanatçı olarak yeteneklerini, bir kadın olarak erdemini sorgulattırmıştır.  Toplum ise şeytani ve tehlikeli yönünü… Sonuç olarak, utanç verici jinekolojik testlere ve hatta dürüstlüğünü doğrulamak için saldırılara maruz bırakıldı, Gentileschis sonunda bu davayı kazansa da Artemisia’nın şöhreti yerle bir oldu. Artemisia resim yapmaya ve şaheserler üretmeye devam etti.  Sanat tarihi ise onun eserlerini birkaç erkek çağdaşına atfederek sessiz sedasız bir şekilde onun üzerini kapatmaya çalıştı. Bunun ona cinsel saldırıyı, kendi kendine ayağa kalkmayı ve ardından kültüre katkıda bulunan şaheserler üretmeye devam etmeyi öğretmesini mi bekliyorsunuz? Yazık…

Bu tozlu sayfalardan günümüze kadar neyse ki, toplum artık bu konuyu öğrendi ve sadece kadınların işlerine, yeteneğine odaklanıyorlar. Aşk hayatına, bedenine değil. Yani öyle olmasını umuyoruz.  Kadınların, tarihin tozlu sayfalarında mahkûm edilmesi değil baş üstüne taç yapılması dileğiyle…

Kaynak: http://www.cracked.com/article_23128_5-remarkable-women-who-got-totally-screwed-out-history.html

What do you think?

1 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Ezgi Nur Kaplan

"Cesaret yalnızca korkunun değil ümidin de üstüne gitmektir" diyen bir penguen.

Bir cevap yazın

yorumlar

  1. Keşke tarihin tozlu sayfalarında kaybolan kadın sayısı bu kadar olsaydı sadece. Sözde her alanda gelişen toplumsal hayatta toplumsal cinsiyet alanında bir adım ileriye ya gidilmiştir ya da gidilmeye çalışılmıştır. Bu bir ideolojidir. Ataerkil toplumun dayatmasıdır. Medeniyet ancak kadınlara çizilmiş ikincil konumdaki rolün değişmesiyle ilerleme kaydedebilecektir.