in

Eskişehir kadar soğuk, Eskişehir kadar güzel

Bugün Şubat… Ay on iki, saat sabah on buçuk. Sabah da güzelsin dost. Her an olduğu gibi soğuk ve güzel. Bu şehir gibi, Eskişehir gibi…

Yazmaya korktuğum bir garip günlerden yine. “Bir şiiri birkaç kalemle yazmak lazımdır geliyor bana.” der adını vermek istemeyen Ah Muhsin Ünlü. Hak veririm kendine. Bugün 14.günü şubatın ve ikinci kalemindeyim yazımın. Elime tutuşturulan bir diyet bisküviyle devam ediyorum yoluma. Bütün yazılarımda yiyecek adının geçmesi vallahi benim suçum değil. Son on dakikadır sevdiğimin bilincini kaybettim. Affet dost. Bilirsin senle konuşunca unuturum her şeyi. Seni sevmek dahil. Nötrleşir yüzüm, korkarım yanlış bir şey yapmaktan.

Üçüncü kaleme geçtim aynı günde. Bugün dün olmadan dörtlerim zahir. Kesik kesik yaşıyorum hayatı şu sıralar. Taksit taksit… Bir taksidini eksik etsem tüm mutluluğumu haczedecekler sanki. Tam taksidi topladım hayatım düzende diyorum. Sıradaki taksidi yatırmaya giderken kapkaça uğruyorum. Sonrasını bilirsin haciz ve tekrar boşluktayım. Ayların birikimi gitti geçmişler ola.

Son kalemindeyim bu satır kümesinin. Bir gençlik merkezi sandalyesinde “papatya” dinliyorum gönderme yaparcasına. Ee paptya seninle kim kalacak ben ışıklarımı kapattığımda? Boş bırakılmış birkaç sayfa… Boş kalmamalılar,ben bu kadar doluyken sayfalar boş kalmamalı. Kamufle olsun diye boş bırakılmış, ancak zamanla bir öneminin olmadığı anlaşılmış ve doldurulmuş birkaç sayfa. Özür dilerim kendinden Teoman sanatıyla çınlatınca kulaklarımı ellerim boş durmadı. Ellerim… Beyaz ve mor… En az dişlerin kadar beyaz ve en fazla gözlerinin altı kadar mor. Ötesi değil. Kırıklarını aldıramıyorum kalbimin. Pansuman niyetine yazıyorum işte. Lakin bazı yaralara pansuman yetmez, yakmak gerekir, almak gerekir. Az kaldı. Olmazsa bir uzuvmuşçasına keseceğim gönlümü. Bu yorgunluktan da kurtulurum belki. Ölmek, 21 gram… Kolay mı bu kadar? Kaç saniye sürer peki? Ya bir ömür sürüyorsa? Ya yaşadığımızı sandığımız yıllar aslında uzun bir ölüm anıysa? Aklımı kurcalıyor bu soru şu günlerde Anadolu yokuşunda Naparsın düşünmeden çıkılmaz o yokuş. Adım saymakla yukarı erişemezsek diye dikkati garip sorulara yöneltmek gerekmiş. Acaba o yokuş mu daha çok yorar insanı yoksa düşünmek mi? Üstüne düşünülmesi gereken bir konu daha. Yürümek mi düşünmek mi daha yorucu diye düşünmek… En yorucusu sanırım bu. Özellikle de silgi kullanmayan bir yazar için. Seni de silmeyeceğim. Belki sayfalar arasında unutulursun. Belki saklanırsın özenle kimse görmesin diye. Bilirsin ekmek gibi paylaşamam her şeyi. En çok da seni.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by Ayşegül KARAKURT

Çayı, kitapları, çocukları ve Eskişehir'i seven bir Ege kızı...

Bir cevap yazın