in

Gece

Koltuklara oturmak yerine geniş salonun ortasındaki sehpaya dayanmış, yerde oturuyorduk. Dizlerimi kendime doğru çekip sol kolumu etrafına sardım. Sağ elime bardağımı aldım ve bir yudum aldıktan sonra sesimin çıkabileceğine karar verdikten sonra konuştum. “Kaç yıl olmuştu?”
“Beş.” dedi. Cevap o kadar hızlı gelmişti ki, bunu düşündüğünü anlamıştım. Kaç yıl olduğunu geçiriyordu aklından. Gözlerimi halıdaki sarı desenden ayıramıyordum. Sarıya bakmak hiç bu kadar rahatsız etmemişti daha önce.
Elini yanındaki deftere attı. İki fotoğraf çıkardı içinden. İkisinde de onunla beraberdi. Gözlerimi çekmeye çalıştım ama o fotoğraflarda çeken bir şey vardı beni. Galiba şu an yanımda bu kadar perişan halde içen adamın fotoğraflardaki inanılmaz gülüşü şaşırtmıştı. Daha önce böyle güldüğünü görememiştim çünkü. Çünkü o gülüş tek bir kişiye aitti. İçimi çekip gözlerimi sarı desene tekrar çevirdim. Bu aptal şeye bakmak daha kolaydı. O da bakışlarını fotoğraflardan çekti ve ayaklarıma takıldı gözleri. Yüzünde acı çekme ifadesi vardı. O sırada parmaklarımdaki ojeleri merak etmediğine emindim. İçindeki tüm acıyı çekip çıkarmak istiyordum. Nasıl yapacağımı bilsem. Ah bir bilsem! Hayatımın en zor gecesiydi belki de.
“Ne yapabilirim bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey var; geçecek. Sabret, tamam mı? Geçecek. Çok aptal geliyor duyunca. Hiç geçmez gibi geliyor biliyorum. Ama bir süre sonra geriye baktığında atlattığın zamanları görünce sen bile şaşıracaksın. Sandığından daha güçlüsün. Benim sandığımdan da.” Kelimelerim hızla döküldü dudaklarımdan. Beceriksizce moral vermeye çalışıyordum çünkü acısı ve acım dayanılmaz bir şekilde karışıyordu artık. Belki dünyanın tüm acısını üstlenmiştim o sırada. Kalbimin oralarda hissettiğim yük adına yemin edebilirdim. Göz yaşlarım geri gitsin diye zorlukla yutkundum. Sözlerime kendime bile inandıramamışken onun da inanmadığına emindim. Geçmeyecekti. Kalbi, aklı, ruhu hep onda kalacaktı. Gözlerimi yok etmek ister gibi sımsıkı kapattım ve büyük bir yudum daha aldım. “Benden daha mutsuz görünüyorsun. Bir şey olduysa anlat da ikimizin derdini bir arada çekelim. İki gece içecek kadar içkimiz yok. Dök hadi içini.” Sırıttı. Birkaç gündür alaya aldığı ilk kelimeler ve gülümsemeye benzeyen bahşettiği ilk hareketiydi. Gülümsedim. Ama bu hareketine değil. Derdimi anlatamayacağım için. Bir türlü bronzlaşmayan kireç beyazı bacağıma ufakça vurdu. “Anlatmayacaksın anladım gülümsemenden.” Bu lafı daha da gülümsememe yol açtı ama beni yavaş yavaş tanımaya başlamasından mutlu olduğum için mi yoksa göz yaşlarımı daha fazla engelleyemeyeceğim için mi derinleştirdim gülümsememi, bilmiyorum.

İkimizin de konuşmadığı koca bir boşluk oldu. O bizden epeyce yukarda olan camdan gökyüzüne bakıyordu. Ben de ona. Ah, diyordum. Keşke sarılabilsem şimdi. Belki hem onun acılarını alırım hem kendiminkini dindiririm. Çene hattındaki sert kemikte parmağımı gezdirmek istedim. Belki burnunun ucunu öpmek. Onunla ilgili bir şey olsun da, ne olursa olsun! Zaten bunun için onunla geçirmiyor muydum bu katlanılmaz geceyi? Yerimden fırlayıp onu deli gibi öpmek isterken, ruhumu onun ruhuna açmak ve tüm çıkmazlarımı gösterip yolumu açmasını isterken, hasta nefesimi onunla iyileştirmek isterken burada oturup onun dayanılmaz derdini paylaşmak daha kolay gelmiyordu aslında. Ona kolay ne varsa ben vardım, o kadar.

Kalbimden gelen isteklerimin hepsi kursağımda takılı kalınca onlarca şişeyle ve fotoğraflarla, birkaç tane de anı malzemesiyle dolu olan sehpanın üzerinden gözlüğünü aldım. Hafiften kemeri olan burnunun üstünde hayal edip gülümsedim. Clark Kent’im. İlk bu gözlük vesile olmuştu tanışmamıza. Ya da Clark Kent. İkisinin de eşit miktarda katkısı olduğuna kanaat getirip yerine bıraktım gözlüğü. Gözlüksüz hâliyle de süper kahramana benziyordu gerçi. Her insanın süper kahramanı var bence. Benimki o mu bilmiyorum. Umut ediyorum sadece. ‘Lütfen benim kahramanım sen ol.’ diye geçirdim içimden tekrar. Şu yıkılmış hayatımı farketmeden bile toparlayan insan oydu. Lütfen, isteyerek ve bilerek de yanımda kalsın. Her şeyi öğrendiğinde de gitmek istemesin benden.

Uzun süren sessizlik bitmek bilmedikçe sesini özlüyordum. Bu huyum da vardı işte. Ağzından kerpetenle iki kelime zor çıkardığımız adamın sesini özleme huyum. Çok zor bir durum gibi görünüyordu başlarda. Ben kim, istediğimde onun sesini duymak kim. Öyle olmadı. Yanımda farklı bir şeyler oldu. Ne oldu ben de bilmiyorum ama benimleyken anlattı, durdu. Bu yüzden mi istedim onu, bunu da bilmiyorum.

Sonunda sessizlikten hallice rahatsız olunca bir şarkı açmak geldi aklıma. Bana kalsa sabaha kadar onu izlemek, yemek yemeden veya su içmeden veya konuşmadan hatta hareket bile etmeden, daha güzel olurdu belki ama şimdi aklında dolanan tilkilerin ayak seslerini duyabiliyordum. Ben bir şey yapmasam günlerce susmayacak, onu rahatsız edecek ayak sesleri. Sonradan itiraf etmişti bunu. O an yanında ‘iyi ki’ olduğumu.

Telefonumda şarkı aramak bile öyle zor geldi ki ismine bakmadan birine bastım öylesine. Dönersen Islık Çal, diye bir çarkı açıldı. Böyle bir şarkının bende olduğundan bile haberim yoktu. İsmine baktığımda da öylesine yabancı geldi ki o sırada gözünden süzülen ilk damlaları göremedim. Kafamı kaldırdığımda yaşlarını silerken gördüm onu. Endişelendim. Bu kadar çaresiz olmamıştım daha önce. Yaşları dökülüyordu ve yapabileceğim tek bir şey bile yoktu. Yaşlarını silmeye çalışan elini durdurdum. Tepkisini tahmin edemediğimden yavaş yavaş hareket ediyordum. Elini indirdikten sonra sağ avcumun içine aldım. Elini ilk tutuşum böyle oldu.

Sol elimin parmakları titreye tirtreye gözüne ulaştı. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum ama hissediyordum sanki. Yaşlarına birer birer dokundurdum parmaklarımı. Kırmızı gözlerini gözlerime çıkardı. Tepkisinden öyle korkuyordum ki parmaklarımı yaşlarda gezdirmeyi bırakıp öylece tuttum yanağında. “Sen neden ağlıyorsun lan?” dedi. Hıçkırmaya başladım bunu beklermiş gibi. O ana kadar ağladığımı bile farketmemişken hıçkırıklarımın ardı arkası kesilmemesi beni de şaşırtmıştı. Ben sol elimi kendi ağzıma kapatıp sesimi kesmeye çalışırken o sağ avcumun içindeki elini kurtarıp yanağımı avcumun içine aldı. “Bu kadar etkilenme kızım. Çok üzülürsün böyle.” dedi. Kafa sallayabildim sadece. Yanağımdaki elinin baş parmağıyla yanağımı okşadı. Kafamı avcunun içine yatırmamak için dayandım. En sonunda avcunu çekip sırtıma götürdü ve sıvazladı. Hıçkırıklarımı susturabilmeyi başarabilmişken tekrar konuştu. “Bu şarkı bana hep onu hatırlatıyor. Beş yıl uzun bir süre biliyorsun. Hiç ayrılmadan bugünlere geldik diyemem. Hoş, bugünlerin bir anlamı da kalmadı artık.” Yüzündeki acıyı anlamak için çok zeki olmaya gerek yoktu. Kalbimdeki sızı güçlendi. “Neyse işte. Ayrıldığımız dönemler oldu. Bu şarkıyı dinlerdim ben hep. O zamanları atlatmak için yardım ederdi. Bakma biliyordum aslında birbirimize döneceğimizi. Benim ona dönmemem gibi bir şey olamazdı zaten sen de biliyorsun. Ama ne bileyim, normalinden daha fazla umut verici bu şarkı. Anladın di mi?” Anlamam için yalvarır gibi bir ifadeyle bana bakınca başımı salladım. Bir elim ondaydı. “Bu kaçıncı ayrılık diyor ya şarkıda? Ben de sayamadım. Öncesini diyorum. Şimdi kaçıncı olduğunu biliyorum. Sonuncu bu.” Son sözünde sesi titredi ve yüzü buruştu. Elimdeki elini sıkmak istedim. Acısını nasıl alabileceğimi bilmiyordum. Tam o sırada elini çekti ve yanındaki bardağa uzandı. İçindeki hatrı sayılır miktarı bir dikişte bitirdi. Acı içinde onu izliyordum. “Bak ben çok alıştım ona. Şimdi kim gelse yapamam. Yine barışırsınız deme bu çok farklı biliyorum. Anlıyorum. Başkaları da var artık hayatında. Gözü başkalarını da görüyor biliyorum. Dayanılamayacak bi şey. Bilemezsin.” Ne kadar bildiğimi bir anlasan, demek geldi içimden. Her saniye bakıp sesini duymak istediğin, mutluluğu için kendini paralayabileceğin ve kalbini hiçbir garantisi olmadan teslim ettiğin insanın hayatında başkasının olması, hatta hiç gitmemesi nedir en iyi ben bilirdim o odada. Kalkıp gitmek istedim. Konuşmaya devam edeceğini anlayınca sesini belki on saniye daha fazla duyarım umuduyla gerisingeri vazgeçtim. “Şimdi bu evden bile kaçmak istiyorum. Bitmiyor anılarımız. Nereye gitsem benimle. Olmuyor. Bu evde de hangi duvara dönsem o var. Sende bile o var.” Gözlerimi sımsıkı yumdum hiç açmamak üzere. Bu söz öyle ağır ve kendime getiriciydi ki. Bana bakarken bile onu görüyordu. Benim özel saydığım her anımızda aklından onu geçiriyordu. Şimdi bile yanında olmasını istediği kişi ben değildim. Oydu. O olmalıydı zaten. Hızlıca ayağa kalktım çünkü kalırsam krize girip onu da şaşkına çevirmekten korktum. Ona daha ne kadar iyi gelebileceğim umrumda değildi o anda. Tek umrumda olan bazı şeyleri berbat etmeden oradan gitmekti. Bu kadar acı veren şeyi bir arada yaşamamıştım daha önce. Biraz daha kalırsam ruhum geri dönülemez zarar görecekti.

Ben ayakta duruken şaşkınca bana baktı. Bense öylece ifadesiz bakıyordum ona. Aklıma gelen ilk şeyi söyledim. “Kendimi hiç iyi hissetmiyorum.” Yalan değildi. “Kusabilirim cidden. Midemde bir sorun var.” Ağlayabilirim veya bağırıp çağırabilirim veya bir şeylere geri alınmaz zararlar verebilirim. Kalbimde, bedenimde, ciğerlerimde, ruhumda her şeyde sen varsın ve bu büyük bir sorun. “Başım da çok ağrımaya başladı. Eve gitsem iyi olacak. Bizimkiler de merak etmiştir. “Ellerim bile hissizleşmeye başladı artık, korkuyorum. Senden uzaklaşsam çok iyi olacak. Kendimi tutamıyorum artık. En ufak hücreme iyi gelecek tek şey senden ve tüm dünyadan ayrılmak. “Özür dilerim. Sonra konuşuruz.” Onu orada öylece ve şaşkınca bırakıp çıktım. Merdivenleri nasıl indim veya caddeye nasıl çıktım anlamamıştım bile. Hızlı hızlı yürüyordum sadece. Kendimden kaçıyordum ve de gerçeklerden.

Yorgundum. Yorgunum. Her ‘bitti sonunda’ dediğimde ufacık bir şeyde takrar nükseden ağrılarım var. Koca bir hastalığım var. Tek bir fotoğraf veya hakkında herhangi yeni bir bilgi yeterli. Kapılıyor ruhum. Ne çok kullandım bu kelimeyi. Ruhum nerede ve kiminle bilmiyorum çünkü. Dahası kime ait olduğundan da emin değilim. Nefesimi kiminle aldığımdan ve kalbimin kiminle attığından da emin değilim. Sesim uzaklardan geliyor sanki. Sanki şu anda değil de güzel anılarımda yaşatıyorum kalbimi. Onunla yaşadığım her şey en güzel anılarım. Aramızda geçen minik bir konuşma bile kazınıyor hafızamın saklı bahçesine. Şimdi bile canım kendi acımın zarar verdiğin daha çok yanıyor, onu başkasının çektirdiği acıyla başbaşa bıraktığım için. O hiçbir zaman benim olmayacağı için. Kalbi gibi bir enelle savaşmak zorunda kaldığım için. Aşamayacağım duvarlarına tekmeler savurdum. Çığlıklar attım kalbimin en susuz kısmı adına. Her çığlığım duvara çarpıp bana döndü. Zarar verdiğim yalnızca ben oldum yine. Çünkü o penceresinden dahi bakmama izin vermiyordu. Bense kapısında yatmış içeri almasını beklerken usanmadan çalıyordum kapısını. Akan göz yaşlarımı sertçe sildim. Aptal! Aptalsın sen. İnsan bu kadar mı söz geçiremez kendine? Bu kadar kontrolsüz olmak zor değil mi cidden? Nasıl olur da birisi için bu kadar ypratırsın kendini? Nasıl olur da aylarca görmediğin ve kalbinin dışına çıkardığına inandığın bir insanı tekrar gördüğün ilk anda hayatının başucuna koyarsın tekrar? Bu sefer her santimi insan kalabalığıyla dolu sokakta gerçekten bağırdım. Sadece aptal diyebiliyordum. Kendime isyanım bile bu kadar sıradan ve acınasıydı. Bir köşeye geçip ağlamaya başladım katıla katıla. İçimdeki bu şey çıkmıştı hani artık? Göğüs kafesimi zorlayıp ciğerlerime zarar veriyor diye şikayet ettiğim o şey kalbime dayanmış meğer aslında. Kendimi kandırmam bitti. İnan ben de bilmiyorum nedenini. Neden bu kadar saçmalıyorum onun hakkında bilmiyorum. Neden her dakika yanımda olsun istiyorum ve gülümsemesi bana bu kadar haz veriyor bilmiyorum. Dişleri bile neden bu kadar muazzam bilmiyorum mesela. Sana da açıklayamam. Sorma artık. Düşen her bir göz yaşımla kaldırımda yeni bir çiçek yükseliyordu. Göz yaşlarımın kararttığı gözüme katılan yeni renkler. Sana olan anlamsızlığıma anlam çıkarmaya çalışırken göz yaşlarım, aklım, hayalim, kalbim, parmaklarım ve satırlarım eskidi. Ama sığmıyor bu amlamsızlık hiçbir yere. İçime sığdıramadım ve taştım işte. Taşan kısmı bile asıl kısmının yanında komik duruyor. O kadar az yansıtabildim ki dünyaya bunu. Yetmiyor kelimelerim ve bakışlarım anlatabilmeye. Zaten yetseydi tek bir bakışımdan çıkartabilmeliydin bu anlamsızlığı. O kadar ağır bi yük ki bu içimde sakladığım. Açamıyorum. Özellikle sana açamıyorum çünkü ulaşılmaz bir doruk orası. Benim hiç ama hiç ulaşamayacağım kesin. Bugüne kadar becerebilmiş tek insan var ki o seni bu hâle sokan. Ne senin gibi birini o hakediyor, ne de senin gibi biri benim bu katlanılmaz duygularımı hakediyor. Ben de haketmiyorum bu duyguları. Keşke kaldırabilecek bir başkasına gitseler. Çok istedim bunu zamanında. Kendimi kandırmayı denedim sırf bu yüzden. Şu oturduğum kaldırım taşından taşıp tüm caddeye yayılan, yürüyüp geçen insanların bazısının bana garip garip bakmasına neden olan, bazısınınsa oturup derdimi sormasına neden olan bu duyguları hafife aldım. Sevmek diyorlar buna. Bense tükenmek diyorum. Tek başıma dünyanın tüm sevigisini taşımayı denerken ezildim altında. Bu yüzden sevgi değil tükenmek bu. Görmezden gelmemin sebebi de. Daha doğrusu görmezden gelmeye çalışmamın. Canımı daha az yakar diye düşündüm. Her deneyişimde olurmuş gibi geldi. Ama sonra, engellemek duygularımın acısından daha zor gelmeye başladıkça saldım kanatlarını. İşte o zaman daha çok battı bir şeyler. Hem içerden kanattı hem dışardan. O zamanlar vazgeçtim seni hafife almaktan. Kaldrım taşının kenarında sana ve ona hissettiğin tüm duygularına haykırırken de senden vazgeçmek istedim. Bunu sadece yiğit insanlar yapabilirmiş. Seni şimdi anladım. O gece ben o kaldırımın kenarındayken ve sen o gece o pencerenin altında o sehpanın yanındayken benden ne kadar uzak olabilirsen o kadar uzak ve o kadar yakındın. Kalkıp sana gelmek için delice bir istek duyarken seni hiç tanımamak için de duydum o isteği. Hangisi kazanır bilmiyorum ama bu savaş bittiğinde izlerini daima taşıyacağım. Belki sen bu geceyi unutacaksın ama ben kenarında oturduğum kaldırım taşına diktiğim çiçekle kazıdım bu geceyi buraya. Savaştan sağ çıkanın gelip bakabilmesi için. O gece, her şeye gözlerimi kapadım ve yine senin için, varlığın için dua ettim.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by buseunsal

Milyon tane insanın kirini bulaştırdığı bu sokaklarda, yağmuru bir çiçeğin yaprağından koklayan, toprak yerine betonla kaplı bu dünyada yüreğine ektiği çelimsiz bir ağaçtan nefes alan, mürekkebi göz yaşıyla dağıtan, farklı, şiirsel birisi.
büse de derler.

Bir cevap yazın