Durmadan yürüyordum. Zihnimi yoran, kafama ağır gelen düşüncelerle durmadan ilerliyordum. Yol bitmek bilmiyordu sanki. Döndüm, arkama baktım. Sanki hiç yol almamıştım. Oysa saatlerdir yürüyordum ben, hatta koşuyordum adeta. Evet, yalnızlığıma koşuyordum. Orada, bir yerlerde beni bekliyordu, biliyordum. Etrafımdaki onlarca sahte yüzden kaçarak, yapmacık gülümsemelere aldırmayarak yalnızlığıma doğru yol alıyordum.
Durdum…
Şimdi yalnızlığımla karşı karşıya gelmiştim.
Ne o beni sevinçle karşıladı, ne de ben onu gördüğüme sevindim. Neden böyle oldu ki? Onca zamandır ona doğru koşan ben değil miydim?
Baktı…
Gözlerini gözlerime dikti.
‘Sen bana hiç koşmadın ki!’ dedi. ‘Sen bana hiç gelmedin, gelemezdim. Bana doğru koştuğunu düşünürken bile O’nu yanında getirmişsin!’ deyiverdi.
Anlamadım…
‘Yüreğine bak!’ dedi.
‘Yüreğine aldığın ve geldiğin yerde bırakmaya bile kıyamadığın O’nunla, nasıl olurda bana, yalnızlığına koşabilirsin!?’ diye sordu, gözlerin ufak ufak yaşlar süzülürken.
Sonra…
‘Gelme bana!’ dedi.
‘Bana hiç uğrama. Ben gerektiğinde olurum yanında; ama sen benim yanımda durma!’ dedi. ‘O’ varken yüreğimde, kalamazmışım yalnızlığımla ve yüreğimde onunla koşamazmışım yalnızlığıma…