in

Güneş Gözlüğü ve Odunlar

Bu hikayede bahsi geçen hiçbir şey gerçekle uzaktan yakından akraba değildir. Sadece benzerlikler olabilir. Ama asla gerçek olamazlar,değillerdir.

Merhaba a dostlar..

Bu bildiğiniz bir hayvan insan öyküsü değil. İsme aldanıp gelen ebeveynler,çocuklarını bu sayfadan mümkün mertebe uzak tutsunlar. Azami uzaklık 4 metre. Aslına bakarsanız bu bir öykü de değil. Öyküler kurgu olabilir. Ya da yaşanmış şeylerin fazlaca abartılarak efsaneleştiği yazılar olabilir. Bu bir kusma. İçindeki fazla beyazı dışa vurma. Hayatımızda olmasa olmayacağımız beyazın. rakının.

Çocukluğumuza dair anıları her birimiz çok net olmasa da hatırlarız. Belki de hatırlamak için ara sıra uğraş veririz. Düşünerek yorduğumuz beyinlerimizin, fiziksel acılarla kaplandığını yine beynimizle hayal eder belki de beynin yükünü hafifletiriz. Çocukluğunuza dair ne varsa koyun hepsini kafanızı kaldırdığınızda görebileceğiniz yerlere. Benim gibi kısa insanlar için daha çok an demektir bu gerçi. Uzunlar seçici geçirgen davranabilir.

Çok uykum var. yarın devam edeceğim. Güzel sabahlara.

Yarının üzerinden bir kaç gün geçmişti ama kafa işte. Öyle hemen toparlanmıyor ki. İnsan düşünmekten kafayı sıyıracağını anlayınca bir anda bırakıyor düşünmeyi. Duvara baka baka ne olduğunu anlamaya çalışır. Allah erkek olmasaydı kadınlar bu kadar üzülmezdi. Regl sancıları çekmezlerdi, başka bir erkek gelip boynunu bükemezdi, ağda dertleri olmazdı. Hem kadınsa bizi biz yapan, tanrı olmak için ilk aday da kadın değil miydi? Galiba üst evrende işler benim istediğim gibi gitmiyor. Gerçi burada da işlerin benim istediğim gibi gitmediğini söyleyebilirim. Genel bir sıkıntı hali var,istenmeyene ulaşmak için. galiba. Bağzı soruların cevaplarını veremiyorum okur,deli oluyorum.

Ben de öyle azıcık falan değil,baya kocaman bi kafa vardı ama yedim. Kafamı yedim,acıkmıştım çünkü. Gece üçtü. Sokağın karşısındaki tekel ile kapalıydı. Belki O açık olsa kafamı yememe izin vermezdi.

Santimlerle aram hiç iyi olmadı ama yaşadığım yerler onmetrekareyi geçmedi hiç.

Bi teras katının üçmetrekarelik gölge gizleyen köşesine sinmiş,elindeki bira şişesinin kapağıyla oynuyordu Nazif. Bi yandan da hala mangalı yakmaya çalışan Sadık’a küfürler yağdırıyordu. Evdeki tek laptoptan gelen müzik terası kaplarken öğlen onikinin mangal yakmak için uygun bir vakit olmadığını ancak fikir uygulandıktan onüç dakika sonra anlamışlardı. Başladıkları işleri yarım bırakmayacak kadar gururlu olduklarından hala Allah’la aralarında bir iddia varmışcasına devam ediyorlardı. Mükemmel diye betimledikleri işlerine. Aslında işin asıl yüklenicisi Sadık’tı. Nazif kendine yine bir delik bulmuş,bu kez içine girmeden hemen dışında beklemişti. Nazif hayatta bulduğu her deliğe illaki bir yerini sokan bir deliydi. Sadık’sa her delikten istenmeyen bir şeyin çıkacağını düşünen ve bu yüzden odasından priz dahi bulunmayan bir deliydi.

Erenköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinin belki de en insancıl olmayan deneyinin iki kobayıydı Sadık ve Nazif. İzlenilen her filmde ve okunulan her kitapta aslında tek başlarına bırakıldığında dünyayı yakabilecek cesarete ve aptallığa sahip delilerden ikisini aynı eve,bir çatı katına ve yetmişüç metrekare bir terasa hapsetmişlerdi.

Deliler için hapis olmak ayrıcalıklı bir meziyet değildir. Hapsolmak deliliğin kuralıdır zaten. Bundan her aşık olan hapsolur,her maşuk da eli zincirli gardiyan.

Bu deneyin asıl amacı,kendi hayatlarını sürdürebilecek kadar deliliği kalmış olanları,son bir teste maruz bırakarak sonuçları değerlendirmekti. Beklenen sonuç olumlu olsa da,sonunda delilerin kendilerini öldüreceğini bildiklerinden ölüm gününe kadar Sadık ve Nazif’i izlemek doktorlara yetecekti. Ancak bilmedikleri,buraya gelene kadar Nazif ve Sadık sıkıntıdan hiçbir şey yapmamış,doktorlarsa bunu yanlış anlayıp “iyileşme sürecindeki hasta” ünvanını boyunlarına asmıştı. Okumak denen gelişmişlik eylemi altı yılı bulunca pek de güzel bişey değilmiş demekki.

Nazif güneşi oldu olası sevmez,oksijen zamanlarında bile ağaç altında ya da odasında geçirirdi bu vakitleri. Güneş gözlerine hafif de olsa zarar verir,en sevdiği organını kaybetmek ise Nazif’e büyük acılar verirdi. Bunu bilecek kadar akıllı olduğunu düşündüğünden,güzelce örneklendirerek anlattıktan sonra doktorları da bunu kabul etmiş ve Nazif’e bir güneş gözlüğü hediye etmişlerdi. Uykusunda bile bağzen gözünden ayırmadığı gözlükleri Nazif’e ait tek şeydi.

Sadık ise kendini bildi bileli güneşi,ateşi çok severdi. Felsefi düşüncelere göre bu sevdası pigoranlığa kadar gider ama geri gelemezdi. Sadık sınır bilmezdi. Bağzı zamanlar yürümekten ayaklarının altı parçalansa dahi bahçede saatlerce durmadan yürür,sonunda enerjisi tükenip düşünce de ağlamaya başlardı.

Sadık her ağladığında Nazif yanına koşar,yere düşmüş olan Sadık’ın her yerini dikkatlice incelerdi. Gözlerini,ellerini,ayaklarını,tişörtünü.. nasıl ağlayabildiğini anlamaya çalışırdı. Hatırladığına göre son dört yıldır hiç ağlamamıştı. Belki geçmişim gibi onu da unutmuşum derdi.

Terastaki sonu gelmeyen mangal uğraşının güzellikle bitmeyeceğini anlayınca Sadık,kendini babasının elindeki kemerden gizleyen çocuk gibi sinmiş Nazif’e seslendi.

-Galiba bu sefer de olmayacak. Güneş ne kadar dik gelirse gelsin odunları yakmaya yetmiyor. Odunu yakamayan güneş sana hiçbir şey yapamaz,gel artık.

Sadık’a kendine olduğunda çok güvenen Nazif bu ısrarcı davete asla hayır diyemezdi. Ama hayatında bir kez olsun hayır demeyi aklından geçirdi. Belki de artık eskisi kadar güvenmemeliydi. Ama hayatını paylaştığı kişiye de güvenemezse insan başka kime güvenebilirdi?

Yakışıklı bir hareketle fırlattı gözlüklerini. Elindeki şişeyi kocaman dünyasının en ucuna bıraktıktan sonra ilk adımını attı. Güneşe,terasın geri kalanına,Sadık’a.

Gözlerini hala açmamıştı ama güneşin varlığını şimdiden hissetmişti. Nasıl olurda kapalıyken bu denli hissedilen bir şeyin odunları hala yakamadığını düşündü. Ani bir hareketle gözlerini açtı ve odunlar yanmaya başladı..

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by Orkun Kayra Akyüz

Acıyı sevecek kadar aptal, acıtanı sevecek kadar aşık, tütün sarabilecek kadar becerikli, bağzı kitapları gece onikiden sonra okuyabilecek kadar miyopum.
hoşgeldin :)

Bir cevap yazın