in

Homo Ludens ve Hayvanoğlu

Öncekilerdeki gibi bu da tamamen uydurma mı acaba? Bunu benden başka kim bilebilir ki?

Her insan “Homo Ludens”tir aslında. Kimsenin gerçekten ne hissederek davranışlarını sergilediğini bilemeyeceğiz. Hiçbir zaman bilemedik de. Gitmek denilenler gitti. Belki unuttu bile. Ama konumuz bunlar değil. Bu durumu başkalarını iyi hissettirmek ya da kendilerini iyi hissettirmek için yapıyor olabilir(iz) biz hayvanoğlu. Ya da karşısındaki üzmek için de tabii. Bu yüzden tiyatrocuyuz hepimiz aslında. Oyuncuyuz. Hele ki bizim memlekette her yedi kişiden birinin herhangi bir “bilmem ne kast ajansı”na kayıtlı olduğunu düşünürseniz,bu söylediğim gayet mantıklı. “Homo Ludens” oyun oynayan insan demektir felsefede. Yani anlaşılır dilde güzel sanatlar icra eden. Ama bu tanımı hem gerçek anlamda hem de mecazi anlamda düşünebiliriz. Ben düşündüm ve yukarAdakileri yazdım.

Yalan da böyle mesela. Ben birilerine güvenemeyen insanları üstün zekalı olarak tanımlıyorum. Yani IQ’sunun tamamını kullanabilen insan. Bir düşünsenize ya. Beraber bi r hikaye yaratalım şimdi.

Sabah kalktınız. Hemen sizi sıkıştıran sidikten kurtulmak için tuvalete koştunuz. Oh! Bir rahatlama geldi. Sonra aynaya baktınız (ELLERİMİZİ YIKIYORUZ TUVALETTEN SONRA). Saçlar dağılmış, ağızda leş bir koku, belki gece kötü bir rüya görülmüştür de ter kokusu da eklenmiştir buna. Berbat haldeyiz yani. Bu hal berbat ise tabii. Saate baktık sonra. Hepimiz aynı anda hem de. İşe, okula var daha. Cezveye iki yumurta attık, bir sigara yaktık. Sonra girdik duşa. Baktık daha iyiyiz ya. Hatta egoistler baya iyi şu anda. Henüz kimseyle bir diyaloğumuz olmadı. Sonra kapı çaldı, ben bunu derken. Kapıcı abi, elinde sepet. “aağbi ekmek vereyim?” Ver dedik mesela aldık bir tane ekmek. Hepimiz yalnız insanlarız, fazlasına gerek yok. Ama yumurta iki tane. Buraya kadar her şey normal. Ee? Nerede bu homo mu ludens mi nedir?

Şimdi hızlıca çıktık evden falan. Dolmuşa, arabaya, otobüse falan bindik. Kimimiz okula, kimimiz işe falan dağıldık. Taak. Bir arkadaş çıktı karşımıza. Ya da müdür. Ya da güvenlik görevlisi bilmem ne!. Belli, ayaküstü laflama seremonisi başlayacak. İnsan sevmeyenlerin aklından intihar fikirleri, sevenlerin yüzünde tebessüm.

Mesela tüm bu insanlar dedi ki “günaydın, nasılsın ya?” iyiyiz. Hepimiz. “nasıl gidiyor?” güzel ya, takılıyorum. Senin? dedik mesela. haa. Şurada bir duralım. İyi olanlara,şu üsttekilere aynen katılana sözüm yok. Ama iyi olmayan? Neden yalan? Neden kısa da olsa o günün tiyatro oyunundan bir bölüm? Ya da iyi olanlar için de, karşındakinin GERÇEKTEN sorduğunu nereden biliyorsun? Toplumsal zorunluluklarımızdan  biri değil mi selamlaşma? Ya da n’apıyosun sorusuna verilen “İYİ” cevabı?

Heeeey! Hayvanoğlu! Kandırma yahu kendini. Bak oyuncusun işte. Haluk Bilginer kadar hem de. Kıvanç kadar. Ya da baban kadar. Annen kadar. Sevdiğin kadar. Sevmediğin kader. (gülücük) Bilmediğimiz bu kadar çok şey için nasıl olur da hepimiz bu kadar Polyanna olabiliriz? Bu sefer sorular sorular..

Şimdi ben size bunları niye anlattım? Siz zaten biliyodunuz bunları? “hayat bir tiyatro oyunu ama yönetmeni benim”…. ciler. Naber? Devam mı inanmaya yönetmen kardeş? Bunları anlatmamın nedeni de bizim Selim’in başına gelenler aslında. Bak kettle attı, kahveyi koyup anlatıyorum..

Selim aslında herkes gibi güzelce okulunu bitirip, İnternational bir firmada işe girdi. Başvurdu, aldılar Selim’i. Ankara’da yaşıyordu Selim. Balgat’ta oturur, Çayyolu’na işe giderdi. Güzel de bir arabası vardı. Bir de sevgilisi. Akşama kalan raporu yoksa, iş yerindeki son 15 dakika sevgilisini düşünür ereksiyonuna başlardı da hatta.

Sonra bir gün Selim bir panele katıldı. Severdi böyle işleri. Hem kaçıştı da bunlar. Orada duydu ilk “Homo Ludens”i. Ee dedi bu benim. Aslında sadece ben de değilim. Bu herkes. Bu filozoflar düşününce buluyormuş ya dedi. Başladı düşünmeye. Buldu da. Haklıymışlar. Selim’in dünyayı kurtarmak gibi bir düşüncesi vardı. Elinden örümcek ağı çıkmasa da kendi halinde bir süper kahramandı. O da dünyayı kurtarabilir, sonra devletten alacağı “dünyayı kurtarma parası”yla bir daire alır,kiraya verir yaşardı işte. Bunları düşünürken telefonu çaldı. Ankara ayazından cebindeki elini yukarı kaldırıp ekrana baktı. “anne”. İyeliksiz. Baban öldü dedi, perdesi kapandı. Durdu Selim. Ne perdesi diye düşünürken annesinin de oyunu bildiğini fark etti. Bir sigara yaktı. Bungee Jumping yapması gerektiğine karar verdi.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by Orkun Kayra Akyüz

Acıyı sevecek kadar aptal, acıtanı sevecek kadar aşık, tütün sarabilecek kadar becerikli, bağzı kitapları gece onikiden sonra okuyabilecek kadar miyopum.
hoşgeldin :)

Bir cevap yazın