in

Hüzün

12742281 1688414078081857 8512886539670310486 n 1

Hüznünü anlatacak bir kelime veya bir lisan bulamayacağını düşünüyordu. Onun yaptıklarını yapan bir insan evladı var mıydı ki lügatlarıına girsindi, böyle bir hüzün diye düşündü. Öylece oturup kaldığı koltuğunda yaptığı hatalarıyla, hiç düşünmeden yaptığı o hataların pişmanlıklarıyla kalakalmıştı. Uzun zamandır ertelediği hatta kabul etmeyip, kendini üste çıkarmaya çalıştığı tüm çabaları bitmiş, beyaz bayrağı çekercesine ‘evet ben büyük bir hata ettim,’ diyordu. Hayat bu ya ve böyle olması yazılıymış gibi yukarıda, o da herkes gibi çok geç anlamıştı hatalarını. Bir boşluk olsaydı zamanda gitmek istediği, tek yer; o ilk hatayı yaptığı yeri bulup, düğümünü çözüp, geri gelmek olurdu nihayetinde. Düşlerimiz gibi masalsı bir yer değildir hayat, geri de dönülemezdi, oturup paşa paşa yüzleşecek hatta bu hataların pişmanlıklarını, yalnızlıklarını çekecekti. Çekecekti ki bir daha eli uzanmasındı günahsız insanları kırmaya, üzmeye, kahretmeye. En azından diyordu en azından, geç de olsa anladım. Bu onun için büyük bir şeydi. Öyle umursamaz, öyle gamsız herifti ki oturduğu koltuk bile belki ondan tiksiniyordu.

            İnsan  içindeki çatışmaya sahip çıkmazsa  “kötü” oluyordu. ‘Eğer ben’ diyordu ‘şimdi vicdan azabı yaşamasaydım’ ki  çatışmayı başlatan durumdur, ‘eğer bunu yaşamasaydım ne kadar büyük kötülük ettiğimi hiç anlayamayacak ve hep devam edecektim ta ki kendimi bitirene kadar.’  Bu çatışmayı hayat illaki getiriyor fakat hiçbir şey yapmamış, hatasız doğduğunu düşünen kullarında anlaşılamıyordu. Anlaşıldığı anda da uçurumun kenarında oluyor diye düşündü, sonra telaşlı bir düşünceyle -ama ama! işte buydu; buydu çatışmayı, içindeki o kötülüğü yenen vicdan azabı çekiyor ve bir daha bunu kimseye yapmıyordu, iyi biri olmak için ilk adım buydu diye düşündü. O çatışmanın kaybedilmesi halinde veya oluşması gerektiği anda hiç olmaması durumunda o insan yaptığını normalleştiriyor ve hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordu. Kötülük denilen şeyler böyle böyle normalleştiriyorduk. ‘Ne olacak canım haberi bile yok yaptığımdan’ diyor aynı şey gibi, bir nefesten ne olacak gibi, herkes yapıyor ben yaptıysam ne olacak ve daha bir sürü sebep sunuyordu bunu bekleyen aç benliğine.

      Bazı bahaneler, bazı duraklar, bazı yağmurlar, bazı hatalar, bazı pişmanlıklar hiçbir yalnızlık sebebi kolay kolay unutulmuyordu ve unutamadığımız hiçbir hata affedilmiş sayılmıyordu çünkü affedilmek, sadece hata yapılanın yapacağı bir şey değildi, hatayı yapan; yaptığı hatayı unutamamışsa, yani kendini affedememişse, daha yolu bitmemiş demektir diye devam etti. Hiç kıpırdamadı; kıpırdamaya, yaşamaya yüzü yoktu. Öyle yanlış, öyle savruk yaşamıştı ki bu hayatı hem vücudu hem de zihni artık bu çöplerini taşıyamıyordu. Kusmak istiyordu, kırmak, dökmek fakat yapmadı. Yeterince hayatı mahvetmişti, yeterince iyi ve güzel şeylere yanan mumları söndürmüştü iyi bir şeyler çıkmıyordu o fani varlıktan bari dedi bari durduğum yerde durayım zararım dokunmasın artık. Öylece durdu da. Sabah güneşinin içeriyi kolaçan eden ışıkları yerine şimdi akşamın o sarı sıcak ışıkları odaya doluyordu. Akşam güneşinin huzurla bir bağlantısı olması gerek diye düşündü ışığa doğru yüzünü dönüp göz kapaklarını yavaşça huzur içinde indirdiğinde.

     Silkelenip bir anda kollarını iki yana koyduğu koltuktan yavaş hamlelerle kalkmaya çalıştı. Yine yavaş hareketlerle koltuğundan biraz ileride her gün yalnız başına yemek yediği masaya kadar gelip durdu ve önündeki pencerenin perdelerini tek eliyle tuttuğu gibi bir hamleyle sonuna kadar çekti. Pencerenin önünde saksıda yetiştirdiği minik çiçeklerine su vermeye koyuldu, aklından artık basit yaşamak ve basit şeylerle mutlu olmak geçiyordu tebessümle.

Sevtap Sarah Kaçak

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by bilirkişi

Bir cevap yazın

Bir Yorum