+ Bitmeyecek bu kahır torbasındaki serzeniş.
– Biliyorum!
+ Ne yapsak?
– Yüksek bir terasa çıkıp olup bitene bakalım. Bırakalımda ne olacaksa olsun !
+ Hiçbir şey bizim lehimize olmayacak .
– Biliyorum …
+ Bazen gerçeği bilmek ne acı değil mi ?
– Galiba her zaman bilmemek en iyisi…
+ Maalesef , biliyorum…
Aslında bir terasa çıkmamışlardı. Bir ağacın altında, öylece oturmuş, boş boş bakınıyorlardı etrafa. İkiside birbirini tanımıyordu. Adam elini cebine götürdü, bir paket çıkardı ve kadına uzattı. İkisi de bir sigara yaktı.
Gözlerini kıstı adam ve derin derin nefes aldı:
+ Hangi esaretin kölesisin ?
– Yaşamanın… Ya sen?
+ Sanırım nefes almanın.
Sonra yeri inleten bir çığlık koptu. Deniz gözlü kadın yerinden kalktı ve koşmaya başladı. Adam da sigarasından son kez çekti ve kadının ardından koştu. Çığlığa koşuyorlardı… Nefes nefese yolun sonuna yılmadan koştular.
Yolun sonu uçurumdu…
Adam sakallarını sıvazladı ve sordu:
+ İsmin ne?
– Mavi. Senin ?
+ Özgür !
Gözleri birbirine değdi ve yüreklerinde bir kor oluştuğunu ikisi de hissetmişti. İkisi de esaretin düşmanı olan hürriyetin, tam temsiliydi. Mavi ‘nin gözlerinden yaşlar boşalırken Özgür daha yeni tanıdığı kadının elinden tuttu. Elleri sıcacıktı, içini ısıttı. Sonra, ufka bakarak geçen yıllarını anımsadı ve acıyarak gülümsedi. O güldükçe kadının gözleri de gülüyordu. Birbirinin ellerini sımsıkı tutan bu iki berduş son kez birbirlerine baktılar… Büyük bir huzurla, kanatlarını açtılar, sonsuz maviliğe doğru özgürce…
Arkalarında sadece iki izmarit bıraktılar…