in

Kalabalık

Birçok insan teknoloji, bilim, aydınlanma çağında yaşadığımızı düşünse de, bu bana göre çoğu insan için ne yazık ki geçerli değil. Bilimin hemen her dalında, sanatta, gerçeğin arayışı olan felsefede tek tıkla binlerce bilgi ve doküman elde edebilecek durumdayız. İnternet adını verdiğimiz bir nimet, bir fırsat, bir kütüphane, hemen şuracıkta, elimizin altında duruyor. Birazcık motivasyon ile klavyeye yazacağımız herhangi bir kelime veya cümle bizi bambaşka dünyalara götürecek belki de.

Fakat maalesef, ülkem insanı bu mükemmel nimete sanki kulak tıkıyor, başka tarafa bakıyor. Veya onu içi boş, anlamsız ve geçici eğlenceler uğruna kullanıyor. Hiçbir kıymeti harbiyesi olmayan, bilimsel temellere dayanmayan bilgileri sorgulamadan takip ediyor. Bu da yetmezmiş gibi, kendi kültürünü, dilini, tarihini unutarak marjinal olma hevesiyle büyük nimeti kendi aleyhine kullanarak “yabancılaşıyor”. Oktay Sinanoğlu’na göre bir milletin işgali ilk başta dil ve kültürden başlar. Ve kademe kademe ilerleyerek yapay, samimiyetsiz, benliği öldürülmüş kitleler yığını ortaya çıkar.

Kafamı kaldırıp ülkeme şöyle bir baktığımda, içim kararıyor, kasvet ve karanlıkla doluyorum. Zira “kalabalık” yani kitle psikolojisiyle hareket eden, akıl melekesini devre dışı bırakarak diğer yığınları tekrar eden kelle sayıları görüyorum. Tarihin birçok aşamasında olduğu gibi insanoğlu yine ellerine geçen fırsatları kendi aleyhine kullanarak düşünmeyen bireyler olarak yaşıyor.

Bu konuda çok özgün çözümler ileri sürmeyeceğim. Fakat bahsedeceğim şeyler pratikte, bu potansiyeli içinde barındıran erdemli bireyler için belki de bir kurtuluş olabilir. Oku, çok oku, çok fazla oku. Çünkü ancak okumak, entelektüel bir birey yetiştirir. Ancak okumak insanı düşünmeye ve sorgulamaya iter. Okumak, gerçeği kavramada yegane etkendir.  Tabi gerçeği kabullenmek başlarda ne kadar sancılı olsa da, verdiği tat ebedi ve berraktır. Bu yüzden eğitim sistemimizde evlatlarımıza dayatmadan, sıkmadan, göze sokmadan çeşitli yollarla okumak ve sorgulamak aşılanmalı. Aklı kullanmanın öneminden bahsedilmeli. Sadece okumak bizi çoğunluğa göre hareket edip, geleneksel dogmaları takip etmekten men edebilir.

Neden çoğunluğa tabii olmayı bu kadar çok eleştiriyorum? Çünkü kitle psikolojisi, bana göre Başlangıç’tan beri süre gelen en büyük tabudur. Özgünlük ve özgürlük düşmanıdır. Örneğin bir toplulukta yaygın olan yanlış bir kanaat olabilir ve bu tıpkı bir virus gibi yayılır. Çünkü kitle psikolojisinde bulaşıcılık hakimdir. Nitekim Gustave Le Bon bu görüştedir. Kitle Psikolojisi adlı eserinde sirayet (bulaşım) hakkında söyledikleri oldukça çarpıcıdır:
“Kalabalıkta her duygu, her davranış bulaşıcı (sâri), hem de ileri derecede bulaşıcıdır; öyle ki, bireyin kendi kişisel çıkarını kitle çıkarına feda ettiği görülür. Bu ise, ancak kitlenin bir parçasına dönüşüm sonucu ele geçirilen ve bireyin doğasına düpedüz aykırı düşen bir özelliktir.”

İlerleyen sayfalarda Le Bon, kitle içinde bilinçli kişiliğin, telkin ve sirayet yoluyla aynı yöne yönelişi, yani bireyin artık kendi olmaktan çıkıp iradesi olmayan bir otomata dönüşünden bahseder. Kalabalıklara sadece katılmayı bile “uygarlık merdivenini gerisin geri inmek” olarak tasvir eder. Birey, kitle içinde içgüdüleriyle hareket eder, ansızın parlayıp ufak bir antipatiden azgın bir nefret doğabilir. Zira kendinde alabildiğine güç potansiyeli, karşı konulmaz bir kuvvetin varlığı bilinciyle yaşar. Çünkü “kalabalıklar” onun tarafındadır.

Ümit ediyorum ki çok okuyan insan, olabildiğince bu kalabalık putundan uzak durmaya çalışacaktır. Zira bu, bir şeyler yapmak, üretmek için de engel teşkil eder. Çünkü insan,zor olduğu düşünülen herhangi bir şeyi yapmak için bir başkasının da bunu yapmaya çalışmasını bekler, başkasının uğraşmadığı şeyle kendi de uğraşmak istemez. Kendi yapamadığı için yapanlara saldırır, “ben yapamadıysam, sen de yapamamalısın” içgüdüsüyle hareket ederek bilinç altındaki kıskançlık musibetini yansıtır. Kitlenin bir parçası olmayan birey, eminim diğer insanları hesaba katmadan, üretecek, düşünecek, akıl edecek, çok okuyacak, faydalı işler yaratacaktır. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda, üretken, bilimi ve aklı rehber edinen, aklını hiç kimseye teslim etmeyen vatandaşlara sahip olan, teknolojiyi en üst verimde kullanan bir ülkeye kavuşmak hiç de ütopik değildir. Okuyan ve üreten insanın bu kısacık tiyatro perdesinde iyi bir rol oynamaması oldukça düşük bir olasılıktır.

What do you think?

1 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Howard Roark

İnsanlara rağmen, kendim için.

Bir cevap yazın