in

Kurtuluşa

“Tenimin esmerliği doğduğum topraklardan, Afrin, Suriye’den. Seçme şansım olmadı, milliyetimi, dinimi, adımı bile… Sadece duyarak korktum önceleri. Sonra görerek… Görmek istemiyordum ve gözlerimi her kapatışımda, daha fazlasını gördüm. Çok daha fazlası… Yıkılıyordu her yer, gökten büyük büyük şeyler düşüyordu. Babam, insanların cennete gittiğini söylüyordu; ama anlayamıyordum. Neden oyun arkadaşlarım oyuncaklarını bırakıyordu? Neden babalar ve anneler evlatlarını? Cennet, her şeyden vazgeçilecek kadar güzelse eğer, niye bu kadar uzaktı? Niye bu kadar uzattık, bu dünyayı da cennet yapmayı?”
Kamyonet, kapının önünde durdu. Kasasında 10-12 kişi. Birisi, kamyonetin kasasından kafasını uzatıp, “Felat, çabuk olun biraz” diye bağırıyordu. Felat, karısı Ahra’ya eliyle çabuk dercesine işaretler yapıyordu. Ahra, duyma yetisini yakınında patlayan bir bomba yüzünden yitirmişti. O da ellerini çırparak, kızı Afafet’e kardeşini almasını söylüyordu. Ne olduğunu anlamada güçlük çekiyordu küçük kardeş. Afafet’in ne yaptığını ve ne söylediğini anlayamadan, kendini ablasının kucağında buluverdi. Damre, tam konuşamıyordu daha. Anlayabiliyordu bazı şeyleri. Bazı şeyleri ise anlamak istemiyordu. Mesela, ablasının kucağında kamyonete doğru giderken üzerinde minik gözler olan sandaletinin teki kapının orada kalmıştı. Elini uzatıyordu, anlıyordu; ama anlatamıyordu. Ağlıyordu; yine de bana mısın demiyordu ablası. Onu, sandaletinden koparmışlardı. Onu oyun oynadığı bahçeden, her akşam babasını beklediği eşikten, dizlerinin ilk yaralanmasından, süt emmekten, gülmekten alıkoymuşlardı. Felat, Damre’yi kucaklayıp kamyonetin arkasına oturttu. Afafet bindi sonra. Sonra, Ahra ve en sonunda da Felat. Kamyonetin ilk hırıltısı bozdu sessizliği. Egzozdan çıkan duman, yanmış yağ kokusu. Ahra, ağlıyordu. Damre, aradan sıyrılıp kamyonetin en arkasına, annesinin dizlerinin üzerine bırakıverdi kendini. Toprak yolda tekerlek izleri… Felat, bir elini kamyonetin kenarına yaslamış, bir eli de belinde eve bakıyordu. Ahra, oğlunun kafasını okşuyor, Afafet, elleri çenesinde susuyordu. Damre, kamyonetin bıraktığı tozun ardında evlerini görmekte güçlük çekiyordu. Kamyonet ilerledikçe küçülüyordu evleri. Sandaletinin teki, çoktan yokluğa karışmıştı. Yoksundu şimdi. Yumurta ve ekmek kokusu…  Kerzayhel, Bassouta, Salwah, Kah, Aaqrabate. Hırıltısı kesilen bir kamyonet ve korkunun sessizlikle bütünleşmesi…  Kamyonetten, hızlıca indiler.

Felat, etrafına bakındı. Damre, babasının yüzüne bakıyordu. “Nerden baksan daha üç saatlik yolumuz var. Çabuk hava kararmadan varalım” dedi. Ahra, herkesten sıyrılıp Damre’yi kucakladı ve yola koyuldular. Bir çok insan vardı. Herkes tek bir yöne doğru ilerliyordu. Damre, annesinin kucağında sürekli arkaya bakıyordu. İnsanların arasından başka başka insanlar görünüyordu. Başka başka çocuklar annelerinin kucağında Damre gibi ayakkabısız, her şeyden habersiz ilerliyordu. Ağlayanlar vardı. Uyuyanlar, susanlar, açlar ve susayanlar… Yumurta ve ekmek kokusu… Arkadan bağrışlar geliyordu. Koşuyordu insanlar. Yere yatanlar vardı. Ahra, duymuyordu; koşanları gördükçe oda adımlarını hızlandırmıştı. Felat, Damre’yi annesinin kucağından aldı ve hep beraber hızlı adımlarla ilerliyorlardı. Sesler yükseliyordu. Sesler ağırlaşıyordu. Sesler birbirine giriyor ve boğuluyordu. Sonra yükselen sesler sadece silahlardan çıkmaya başlamıştı. Damre, insanların birer birer düştüklerini görüyordu. Çığlıklar, silah seslerini bölüyordu. Silah sesleri, çığlıkları öldürüyordu. Ahra, tökezlemişti. Arkada kalmıştı. Ahra, hiçbir şey duyamıyordu. Sessizlik içinde dizlerinin üzerine çöktüğünde, onu babasının kucağındaki Damre’den başkası fark etmemişti. Damre, anlıyordu; ama anlatamıyordu. Ağlıyordu, çırpınıyordu yine de Felat bana mısın demiyordu. Parmaklarıyla annesini gösteriyordu. Koşuşturan insanların arasından Ahra, yaşlı gözleriyle oğluna bakıyordu. Damre, ne kadar çırpındıysa da boşa gitmişti. Annesini son gördüğünde, ona elleriyle hoşça kal diyordu. Bir daha da görememişti. Şimdi annesini de koparmışlardı ondan. Gittikçe küçülmüştü, toz bulutunun arasında görünmez olmuştu. Sınıra gelmişlerdi. Kurtuluş kutlanmalıydı; ama kurtuluş terk etmekti, vazgeçmekti, yas tutmaktı. Kurtuluş, korku demekti, tehlike demekti. Kurtuluş belki de ölmek demekti. Cennet için, cehennemi yaşamak demekti. Felat, Damre kucağında, Afafet yanı başında ağlıyordu. Hep bir ağızdan ağlaşıyorlardı. Herkes ağlıyordu. Kurtuluşa…

Felat: Ruhsal karışıklığı temsil eder, susuz çöl.
Ahra: Daha layık, münasip, uygu.
Afafet:  Afıflik, temizlik, temiz olan.
Damre:…
Afrin,Kerzayhel, Bassouta, Salwah, Kah, Aaqrabate: Suriye’de yer isimleri.

Yazar notu:( Olaylar kurgudur. Benzerlerinin yaşandığı gerçeğini değiştirmez. Hiç kimsenin vatansız kalmaması ümidiyle.Bu uğurda yürekten çalışanların çalışmaları kutlu olsun.)

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Hüseyin EKİZ

Bir cevap yazın