in

Medeniyet Sükuneti

Bir zamanlar aile şefkatinden çok az yararlanabilmiş küçük bir kız varmış. Küçük kız, burnunda hızması, bir omuzunda nazarlığı, kınalı elinde ağzı, gözü ve kulakları olmayan bez bebeğiyle oynar dururmuş. Sarı naylon çizmelerle yürünen çamurlu yol medeniyeti gösterecek değil ya göz alabildiğince uzanan dumanlı dağları gösterirmiş.
“Ya medeniyet?”
“Evde! Bez bohçaların birinin içinde ya pembe ya mavi…”
Ayaz kapıdan içeri girdiğinde, canına tak etmişlerin evlerinde buram buram is kokusu renginden olmuş tavan ile duvar arasını bulurmuş. “Kar yağsa da soğuk kırılsa…”çeşme başlarındaki yarım kalmış sitemler. Böyle bir günün gecesinde kar, örtmüş doğanın üstünü. Yine de , İçi derdinden kara renge bürünmüşleri aydınlatmaya gücü yetmemiş. Aydınlık zaten küçük pencerelerde zor bulurmuş yolunu. Ölüp gidenlerin ağzına verilen bir dirhem Cennet suyuymuş Portakal; fakat öyle bilinmezmiş sokakları bile aydın olan medeniyette.
Kaç canı, canından koparır Tanrılarınız, biliyor musunuz? Yüzleri sararmış pembe yanaklı çocukların, analar gam yükü ve babalar çaresiz. Siyatiği, şuramda bir acı diye anlatan nineler…
Boğazları şişmiş küçük kızın önce. İki gün daha kendi durumundan habersiz annesine yardım etmiş. Birazcık mutlulukmuş elinden geleni yapmak. Küçük kardeşini beşikte sallar dururmuş. Uyusun diye, unutsun diye, kapatsın gözlerini de görmesin halimizi böyle diye. Ağlayınca geçecek mi? Biraz daha mı odun atmalı ateşe? Bizi de yakar mı sahiden çok odun atarsak? Ninem böyle şeyleri nereden öğrendi?
Kendini yatakta bulmuş, küçük kız. Artık hiç üşümeyecek, hiç acıkmayacak, susamayacak bu yatakta. Başında sirkeli bir bez parçası ve gözleri evin isli duvarlarında… Üç gün geçmiş, beş gün geçmiş. Sonunda bir atlı kızak; kazaya gidilmeliymiş, belki de şehre. Sarıp sarmalanış iyice küçük kız, uzunca bir yolculuk başlamış; fakat daha yarısına varılmadan yolun bir feryat titretmiş kar kütlelerinin içini. Ölüm de onlarla birlikteymiş de şimdiye kadar farkedememiş ne anne ne de baba ta ki küçük kız iniltileri kesinceye kadar.
Bir yudum Portakal damlatılmış küçük kızın ağzına. Kar altından toprak görülmüş. Birazcık daha kazmışlar ve küçük kızı koymuşlar içine toprağın. Sarıp sarmaladıkları her şey kefen olmuş ona ve çıkınlanmış bohçanın içindeki pembe kağıdı koyduklarında koynuna, toprağın üzerine de toprak attıklarında Medeniyet onlara yol göstermiş.
“Başının olduğu tarafa bir taş koyun da nerede olduğunu unutmayın” diye.

What do you think?

1 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Hüseyin EKİZ

Bir cevap yazın