in

Nisan yağmuru insanı paklar mı?

Mektebin yeni silinmiş deterjan kokan koridorlarında siyah iskarpinlerimin tok sesi yankılanıyordu. Muallimliğe başlayalı bir hafta olmasına rağmen, sinekkaydı tıraşım ve ütülü takımım yüzünden üstümden toyluk hissini bir türlü atamamış gibi hissediyordum. Koltukaltımdaki dosyamı elime alıp gireceğim dersliğe baktıktan sonra doğru dersliğe doğru yürüdüm. Sınıfın ismini gözlerim seçmeyi başardığında adımlarımı biraz daha yavaşlattım. Kapının iyice dibine geldiğimde içeriden boğuk sesler geliyordu: hararetli bir tartışmaydı sanki. Eğer bir tartışma iseydi bu, hani şu genelde boşa çıkan siyasi tartışmalardan biri değil de, bir şairin şiirleri hakkında falan tartışıyor olmaları için sessiz bir dua ettim. Tahta işlemeli kapının süslü kıvrımlarına her ne kadar iç taraflarını acıtsa da kulağımı dayayıp dinlemeye başlamıştım ki, bu yaptığımın bir muallime yakışmadığı kanaatine vardım ve hemen kendimi geriye çektim. Kravatımı son kez kontrol ettikten sonra kapıyı yavaşça açtım ve içeri girdim. Kürsüme vardığımda heyacanım, az önceki toplamış olduğum cesaretimi yenmenin zaferini kutluyordu. İçeri girdikten sonra bile ayağa kalkana kadar birbirine üstünlük sağlayamayan fikirler uçuştu bir süre sıraların arasında. Onlar susana kadar ben de bekledim ve sustuktlarından emin olduktan sonra da “Buyrun, oturabilirsiniz.” dedim ağzımdaki beyaz yarayı azdırmayacak şekilde gülmeye çalışarak. Sonra heyacanımın ikide bir dürttüğü merakım dinmemiş olacaktı ki, bir şekilde sohbeti başlatmak için “Ee, neyi tartışıyordunuz?” diye sormaktan kendimi alamadım. Öğrencilerden bazılarının gözleri, benim kapıyı dinleme teşebbüsümü idrak etmişcesine bakıyorlar gibiydi. En sonunda biri el kaldırdı. Sohbetin tek taraflı olmayacağına dair bir işaret görmek içimi yumuşatmıştı. Söz verdim delikanlıya. Elini indirmesiyle konuşmaya hemen konuya girmesi bir oldu.

– Bir dizeyi tartışıyorduk hocam.

Duam kabul olmuştu!

– Neymiş bakalım o dize, söyle bakalım.

Defterinin yaprakları arasından sırıtan bir kağıt parçasını çekti ve okudu:

– Sahi, Nisan yağmurları paklar mıydı insanı?

Bir an gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ama sanki bunu her zamanki bir tikimmiş gibi göstermeye çalıştım. Bu dizede tartışacak ne vardı ki?

– Peki bu dizenin… yani nasıl desem… Neyini tartışıyordunuz?
– Hocam, dedi delikanlı eliyle cam kenarındakileri göstererek. “Bu arkadaşlarımız bu şiirdeki “paklanmanın” maddi arınma olduğunu söylerler. Biz manevi olduğundan yanayız ve…

Ve böyle uzun uzun açıklamalar yaptı. Ama son sözü… İşte o son söz, doğru yerde muallimlik yaptığıma inandırdı ve böyle öğrencilere sahip olduğum için gururlandım:

– Şimdi bırakalım hocam bu şiiri. İnsanı bu mevsim yağmurları falan paklamaz. İnsanı gerçekten arındıran, paklayan bir şey varsa o da kalbe yağan, sonrasında tövbe kokan gözyaşlarıdır.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Turuncu Yazar

Written by Eyüpcan Işık

Gökyüzü sinmiş hikayelerin fedaisi.

Bir cevap yazın