in

“Turkey Facing East: Islam, modernity and foreign policy” üzerine bir değerlendirme

Sosyal bilimler literatürünün alt disiplinlerinden biri olan Dış Politika Analizi, çalışma alanının çok yönlülüğü gereği tek bir disipline bağlı bir biçimde incelenememektedir. Bununla ilgili olarak, DPA küresel politik ilişkileri karşılaştırmalı ve bilimsel yollarla anlayıp anlamlandırmaktadır. Ayla Göl’ün yazmış olduğu “Turkey Facing East: Islam, modernity and foreign policy” kitabı tam da yukarıda bahsedilen çok kültürlülük ve disiplinlilik açısından önemli bir çalışma olmuştur.

Göl bu çalışmasında 1919-1921 yılları arasındaki Kuzey Kafkasya bölgesinin Türk dış politikasının içerisindeki geçiş süreci ile olan önem ve yerini incelemiştir. Yazar bunu yaparken hem tarihsel sosyolojinin hem de Dış Politika Analizinin kuramsal çerçevesinden faydalanmıştır. Bunlara ek olarak incelenen temel geçiş süreci İslam ve modernite kavramları etrafında şekillenen süreçtir. Yazar değerlendirmesini yaparken Türkiye’nin dış politikasındaki geçiş sürecini Sovyetler Birliği’ndeki değişimlerle karşılaştırmıştır.

Kitap yedi bölümden oluşmaktadır. İlk dört kısımda, Göl argümanının teorik kısmını derinleştirmiştir. Son üç kısım ise bahsedilen dönemdeki Türk dış politikası davranışlarını kavramsallaştırdığı pozisyon dahilindeki incelemeleri içermektedir. Yazar çalışmasını sonuçlandırırken temel olarak Türk modernitesinin dış politika bağlamında nereye oturduğunu tartışmış ve bu alanın eksiklerine değinmiştir.

Bu çalışmanın teorik kısmı oldukça dikkat çekicidir çünkü sosyal bilimler alanında uluslararası ilişkiler ile sosyolojinin buluşması genel bir tercih ya da eğilim değildir. Bu buluşmanın olduğu yerlerde de devletlerin politik tutumlarını bilimsel yollarla anlamak daha kolay olmaktadır. Devletler homojen bir robot olmadıklarından mütevellit, dış politika geçişlerini anlamak da daha ince eleyip sık dokumayı gerektirmektedir. Dolayısıyla, bahsedilen dönem Türkiye’sinin kendisini uluslararası sistemde nereye konumlandıracağı ve imparatorluktan kopan bir ülkenin toplumsal yapısındaki değişikliklerin karar alma mekanizmalarına nasıl yansıyacağı tartışması Göl’ün çalışmasında geniş bir yer kaplamaktadır.

Tüm bu bilgiler ışığında kitabın temel argümanlarını biraz daha açacak olursam, kişiselleştirilmiş dış politika kavramının kitapta önemli bir tartışma konusu olduğunu söylemem gerekir. Yazarın bu açıdan üzerinde durduğu temel husus imparatorluktan ulus-devlete geçen aktörlerin dış politikalarında karizmatik otorite etkisinin yüksek olacağı olmuştur. Çalışmanın dikkat çeken yanlarından bir diğeri de modernite kavramının kullanılması üzerine olmuştur. Göl tek bir modernite anlayışının atıllığı üzerinde durmuş ve bunun yerine modernitelerin kullanılmasının daha anlamlı olacağı anlayışını benimsemiştir.

Sonuç olarak bu çalışma Türkiye’nin dış politikasına dair bir hikâye anlatımı değildir. Aksine, bu çalışma öznenin değişimi ve bu değişimi gerektiren dışsal ve içsel dinamikleri anlamanın bir izdüşümüdür. Toparlayacak olursam, Göl’ün bu kitabı okuyucularına üç temel şeyi anlatmaya çalışmaktadır.

İlk olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu Osmanlı İmparatorluğu içindeki son dönem modernleşme tartışmalarının sonucunda ortaya çıkan bir tahmin edilmeyen sonuç olmuştur. Bu tahmin edilememe aslında beraberinde bir süreklilik tartışmasını getirmektedir. Geçiş aslında bu yapısal değişikliğin bir sonucu olarak Türkiye tarafından devralınmıştır.

İkinci olarak ise üzerinde durulan konu Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkiye dairdir. Bu iki devlet her ne kadar tarihsel olarak benzerlikler taşısa da temel dertleri aslında birbirinden oldukça farklıdır. Bununla birlikte, bu farklılık iki devleti de Kuzey Kafkasya bölgesini kendi istekleri doğrultusunda bir yere konumlandırmaya itmiştir. Dolayısıyla Türkiye de Sovyetler Birliği de iç ve dış politikalarını Kuzey Kafkasya’nın coğrafi konumlanışı sebebiyle belirli bir doğrultuda oluşturmuştur.

Son olarak ise, Göl bu çalışmasında tarihsel sosyolojinin din ve modernite konularında geliştirmiş olduğu kuramsal çerçeveyi genişletmiş ve uluslararası ilişkilerin Ortodoks bir biçimde yorumlanışının aslında oldukça eksik olduğunu göstermiştir. Burada söylemek istediğim asıl şey bir dış politika yapımında tek aktör devletin baş kişisi değildir. Birbirini etkileyen birçok dinamik olduğu gibi doğadan kaynaklanan birtakım ontolojik mevzilenişler mevcuttur. Göl bu çalışması ile bu realitenin özünde yatanı gözler önüne sermiştir.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Pınar Eldemir

Merhaba,

Siyaset, sosyoloji, edebiyat ve kültür derken kendimi yazıyor buldum.

Bir cevap yazın