in

Tutkuya Bakış

Tutku kelimesinin sözcük anlamını arattığınızda karşınıza “istenç ve yargılarınızı aşan güçlü bir coşku” tanımı çıkar. Ben bu yazıda farklı bir anlamdan bahsetmek istiyorum.Tutkunun basketbolda karşılık bulduğu halinden, Kobe Bryant’tan…
Bryant, geçtiğimiz günlerde basketbola vedasını “Dear Basketball” diye başlayan bir veda mektubu ile gerçekleştirdi ve yeniden sevenlerinin gönlünde giderayak puan kazanmayı başardı. Mektubunda bir vedadan çok bir tutkudan bahsediyor bana kalırsa. Çocukken babasının çoraplarını top yapıp basket atmaya çalışan çocuğun NBA’e en genç girmiş oyunculardan olacağını, yıllarca adının Micheal Jordan’ın varisi diye anılacağını kim bilebilir? Sanırım yalnızca kendisi biliyor, daha doğrusu tahmin ediyordu. Çünkü tutku tam da bu noktada kendine karşılık bulur. “İnsanın, kimsenin inanmadığı düşlerin içinde kendi gerçekliğini görebilmesi” halinde.
Çocukken hayal kurmak ve bunlara inanmak çok kolaydır. Büyüdükçe bunları gerçekleştireceğimize dair inançlarımızı yitirir ya da bu hayallerden vazgeçeriz. Peki ya vazgeçmezsek? İnandığımız şeyi, yapabildiğimiz şeye dönüştürürsek? İşte o zaman basketbola bir Kobe Bryant girer ve gitmeye karar verdiği ana kadar istediği, sevdiği şeyi en iyi şekilde yapmaya devam eder.
Kariyerinin başında en çok eleştirildiği konu olan 3lük atmaya çalışmalarını, yılmadan denemelerini bir yana koyuyorum ve bugün, 24 ağustos gününün (24 ve 8’in giydiği formalar olmasından dolayı) Kobe Bryant günü ilan edilmesine sebep olacak kadar sevilen bir basketbol devine geliyorum. Bu iki nokta arasındaki yol tesadüf olabilir mi? Hayır. Onun hakkında yazılmış sayısız yazının en az yarısı acıya dayanıklılığı ve yılmayışı ile ilgilidir. Bu tam da hayattaki genel kavgamızla ilgili bir noktaya değiniyor. Bir şeyi ne kadar istediğimiz onun için ne kadar uğraştığımızla doğru orantılı olarak gelişiyor.
“Tutku ormana giden yol değil, ormanın ta kendisidir.” diyor Tom Robbins. Ne demektir? Bir ormanın içinde sayısız güzelliklerle de sayısız tehlikeyle de karşılaşabilirsiniz, hatta karşılaşacaksınız. Ormana gitmeye karar vermek sizin isteğinizdir, arzunuzdur. Ormana girdiğinizde orada ne kadar kaldığınız ise yalnızca tutkunuzla ilgilidir çünkü; tutku size dayanma gücü ve hayatta kalma sebebi verir. Ya ilk tehlikede hatta tehlike ihtimalinde korkup kaçarsınız ya da o büyülü güzellikteler için tehlikeleri atlatmaya bakarsınız.
Bütün bunları Kobe Bryant’ın basketboluna bir övgü ya da oyununu anlatma amacıyla yazmıyorum. Benim burada anlatmak istediğim tutkusunun peşinden gitmiş ve bununla yaşamış, yaşamaya devam eden bir insan.
“O yüzden koştum.
Sahanın bir ucundan bir ucuna,
Her topun ardından.
Benden mücadele istedin
Ben yüreğimi verdim
Çünkü her zaman daha fazlası geldi geri” diyor mektubunda.
Hepimiz koşuyoruz. Hayatın bir ucundan bir ucuna yol alıyoruz durmadan ve ne çok şeyle mücadele ediyoruz. Bazılarımız gayesiz yapıyor bunu, bazılarımız yüreğinin sesini dinleyerek. Yüreğinin sesini dinleyenler hep daha fazlasını alıyor. Mücadelenin de, başarının da, mutluluğun ve zorluğun da daha fazlasını. Tutku bana kalırsa, mümkün hislerin en kuvvetlisi, en derinden geleni ve en sarsanı. Fakat öyle zor bulunuyor ve öyle kolay kaybediliyor ki çoğumuz ondan yoksun yaşatıyoruz kendimizi.
Ben Kobe’den mükemmel maçlar izledim, onun hakkında onlarca tartışma duydum, kıyaslandığı kişilerden farklılıklarını, eksiklerini dinledim. Bütün bunların yanında ben 2008 yılının en değerli oyuncusundan giderayak korkmamayı öğrendim. Tutkularımın peşinden gitmeyi, önüme çıkan güzelliklerin bedelini, neden burada olduğumu hatırladım onun hayatı olan basketbola yazdığı mektupla.
Tutkunuz her neyse, her kimse onun peşinden korkmadan gitmeniz ve karşınıza çıkan her güzelliğin bedelini ödemiş olmanın mutluluğunu yaşamanız dileğiyle…

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by Şeyda Nur Şal

Bir cevap yazın