in

Özlem.. ama niye?

Hatırlıyorum da ben 5-6 yaşlarındayken oturduğum mahalleye her pazar günü seyyar atlı karınca gelirdi. Hafta içi babaannemden, dedemden, annemden para toplar; pazarın gelmesini gizli bir mutluluk ve heyecan içinde beklerdim. Öğle saatlerinde gelirdi Mehmet Amca. Mahalledeki tüm oyun arkadaşlarımla, onu sokak başında görür görmez koşturarak giderdik yanına. Atlı karıncanın 5 tane koltuğu olurdu. Bizler aramızda hemen çekişmeye başlardık ilk turda binebilmek için. Aramızda “Elma attım denize..” tekerlemesini söyler; ilk talihlileri belirlerdik sonra. Bazen ilk  bazen en son binerdim. Biner ve tüm çocukluk üzüntülerimden kurtulurdum. Çünkü o an havada uçardım ellerim açık bir şekilde. Kuşlar gibi hissederdim. Bu hissim, gelecekte ne olmak istediğimi soran büyüklere “Kuş olmak istiyorum.” söylemlerime kadar ulaşmıştı.

Okula başlayana kadar kuşlara hep hasretle baktım durdum. Sonra beni aldılar, gizli bir kafese koydular. Kafesim okul oldu, öğretmenimin gözüne girebilme sevdası oldu, arkadaşlarım ve söylemleri oldu; çevremdeki insanlar oldu, içinde yetiştiğim toplumun kuralları ve anlayışı oldu. Oldu da durulmadı kafesim. Kendime en büyük kafes, içimdeki duvarlar oldu. Kendimi dahi anlayamadığım zamanlarda, diğerleri kendilerini anlamamı istedi. Anlamak istemediğimde kaba olmakla suçlandım. Çünkü herkesin kendisini ön plana attığı zamanlarda yaşadım durdum. Atlı karıncaya bindiğim zamanlar değildi sonuçta. Hep bir yarışın, hep bir rekabetin, hep bir acının, hep bir kabullenemeyişin içinde olduğum zamanlardı. Ben bunu anlamadım. Anlamak istemedim. Sandım ki atlı karınca zamanındayım ve hala o özgürlüğü hissedeceğim. Ne büyük hayal kırıklığı! Baktım ki insanları anlamıyorum da kendimi anlatamıyorum da sonra sustum. Artık kendimle konuşmaya başladım. Ama pek dinlenecek birisi değilmişim; farkına vardım. Hiç susmak bilmiyorum çünkü. Her şey hakkında konuşuyorum, düşünüyorum, okuyorum, izliyorum.. Ama bunlar her şey olduğu kadar hiçbir şeymiş, onu da anladım. Yaptığım tek şey kendime var ettiğim kafesimde bunları fark etmek olmuş. Ama biliyorum bu fark edişte geçecek. Yerini başka bir fark edişe bırakacak.

“Seyahatler çekiyor içim..” der Sait Faik Son Kuşları’nda. Der ve kendisinden yıllar yıllar sonra doğup büyüyen ve kendi kafesinde olan beni tek cümleyle anlatır. Büyükler bana gülüp geçerlerdi ancak o 5 yaşındaki Nurcan’ın içindeki uçmak aşkı hiç geçmedi. Hep başka denizlere, başka topraklara, dağlara, ovalara, insanlara; hep bambaşka yerlere gitme isteği hala içimde. Önce içimdeki kafesten kurtulmam gerekiyor sadece. Sahi insanın kendisini hapsettiği kafesten mi  diğerlerinin kafeslerinden mi kurtulmak mı daha zor? Bu soruya cevap verdiğimde bitecek kendimdeki sürgünüm. Bitecek ve ben rahat edeceğim.

Huzurlu yarınlara..

@thenurcii iftiharla sunar!

What do you think?

3 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Nurcan Hıdır

Bir cevap yazın