in

Acımak

Neden her şey yolunda gibiyken, yanımda tebessümü garantileyen yüzler varken ve dışımda çok mutluyken, kendimle kaldığımda bunu hissediyorum? Neden kalbim acıyor? Bir insanın neden acır kalbi? Bir kalp nasıl acır ki? Elin sobaya değer yanar, dişin çürür sızlar, ayak serçe parmağını masanın vurdumduymaz ayağına çarparsın anlarım acıyı hepsinde. Ama insanın kalbi nasıl acır ki? Bir mikrop gibi mi girer kötü hisler oraya, ateşlenir belki içindeki duygulardan. Bilmiyorum kendimce çok uğraştım tanımlamak için. Fakat anlayabilmenin kıyısından dahi geçebildiğimi sanmıyorum. İnsan nasıl olduğunu bilmediği bir şeyi, yaşadığını nasıl bilebilir ki? Kalbim hala acımaya devam ediyor bak! Nasıl olduğunu bilmediğim ama o olduğundan emin olduğum bir şey şu an bu yaşadığım. Kalbim acıyor. Belki de kaçtığım şeylerden kaçtığımı sandığım. Aslında sadece ertelediğim, biriktirdiğim. Ve asla gün yüzüne çıkaramayacağım, korkaklığımdan ve beceriksizliğimden kimseye diyemeyeceğim şeylerden. Bir şekilde nedenini bilmediğimi savunsam da içimin bir yerlere bildiğini biliyorum. Bilmek neyi değiştirir ki hem. Bilince daha mı az acır acaba? Evet kalbim acıyor. Kalp bazen acır zaten öyle değil mi? Bazen sevmekten, bazen nefretten. Hatta bazen kalbimin bu ikisi arasında bir yerde sıkışıp kaldığına şahit oluyorum ve böyle zamanlarda ayırt edebildiğini hiç sanmıyorum. Kağıda döktüğüm her kelimeyle hafifler sanmıştım ama kalbim hala acıyor. Sanki suçunu kabul etmeyen bir mahkum gibi hem acıyıp hem de gözlerime baskı uyguluyor. Birazdan dayanamayıp bir sağanakta ıslanabilirim, ıslanabilir kelimelerim. Hem de kütüphanenin tam ortasında. Ve bu suçunu kabullenmeyen mahkum, aslında masum ama, bütün bedenime bir ültimatom gönderiyor. Ellerim titremeye, suratım kendini akşam ezanında sokaktan eve çağrılan bir çocuk gibi hüznün kollarına bırakmaya doğru yol alıyor. Kalbim acıyor. Evladını kaybeden bir annenin ne yaptığını bilmeden yaptığı o çaresizlik dolu feryatları ve çevresindekilerin bir türlü anlam veremediği davranışları gibi acıyor kalbim. Ve tüm feryatlar, bağırıp çağırmalar kendi içime ve bedenime doğru. Kütüphanenin orta yerinde. Bambaşka hayatların ortasında acıyan kalbime hem üzülüyorum hem de kalbim bir yandan acımasızca ya da acırcasına beni üzüyor. Bu karşılıklı bir acı. Acıtan her neyse kalbimi bastırmaya çalışıyorum elimden geldiğince. Zira önümde duran pediatri kitabı son 1 saattir aynı sayfası açık olarak duruyor karşımda. Sanki kelimeler küçülüyor gözümün önünde utançlarından. Kütüphanede, herkesin herkesi bildiği ama kimsenin kimseyi görmediği o yerde. Bu son bir saattir ayaklarımı dahi sallamıyorum, kalem çevirmiyorum. Farkedilmemek uğruna kendim olamıyor taş kesilmiş gibi sadece oturuyorum yorgunluktan ağrıyan kaslarımın üstüne. Bunu hep yaparım,  “saklanırım “. Bu benim kimseye göstermediği, söylemediğim görünmezlik pelerinim. Muggle’ların dünyasında görünmez olmak için illa Harry Potter olmaya gerek yok nasılsa. Görünmez olunca da acıyor kalbim.Kalbim kaşarlı tostla okulun en sevdiğim kahvesi acil kantininin o muhteşem sütlü kahvesini içerken de esprileriyle beni hep güldüren Melek’le sohbet ederken de acıyor aslında.Görünmezlik pelerinim  o esnada hissedilmezlik pelerini olarak iş başında. Hissetmiyorum. Yani öyle sanıyorum. Ama kendimle baş başa kalınca… Ve ben aslında kendimden korkuyorum. Kendimi hissetmekten de hissedememekten de çok korkuyorum. İkisi için de ödemem gereken bedeller çok ağır geliyor çünkü. Bedeller hep ağırdır. Evet kalemimin yorgunluğuna aldırış etmeden kalbim hala acıyor. Kalbi acıyanlar kendiyle baş başa kalmamalı aslında. Kalbi acıyanlar bir süre kendi kalmamalı aslında. Şimdi mi? Şimdi pelerinim nerede?

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Emine Şahin

Gündüz biriktirdiği üç noktaları gece içine ve kelimelere anlatmaya çalışan bir kız...

Bir cevap yazın