in

David Lynch’in Üç Filminin Postmodern Anlatı Açısından Çözümlenmesi

Özet
Mavi Kadife, Kayıp Otoban ve Mulholland Çıkmazı filmlerinin özetine ve postmodern anlatı çerçevesinde çözümlenmesine yer verilecektir.
Giriş
Mavi Kadife: Evinden uzakta olan Jeffrey Beaumont, babasının kalp krizi geçirmesi üzerine geri döner. Çim bir arazide yürürken kesik bir kulak bulur. Olayla ilgili kasaba polisi yeteri kadar ilgi göstermez. Jeffrey de bulduğu kulağı takıntı haline getirerek meseleyi çözmeye çalışır. Bu süreçte de kasabanın şerifi John’un kızından da yardım alır. Sandy, babasından duyduğu kadarını Jeffrey’e anlatır. Bu süreçte de aralarında aşk doğar. Jeffrey bu süre zarfında Dorothy Vallens’ın dünyasına girerek onu tanır ve devamında uyuşturucu bağımlısı, tecavüz ve cinayet gibi olaylara karışmış bir çetenin lideri ve Dorothy’nin kızını ona işkence etmek için kaçırmış olan Frank Booth’la tanışır.
Kayıp Otoban: Los Angeles’ta yaşayıp, bir gece kulübünde saksafon çalan Fred Madison, karısı Renee’nin kendisini aldattığını düşünmektedir ve bu düşüncesi adeta paranoya halini almıştır. Sonrasında karısı, sabah kapısının önündeki gazeteyi almak için dışarı çıkar ve gazetenin haricinde başka bir paket daha bulur. Paketin içinde evin dışından kamerayla çekilmiş görüntülerin yer aldığı bir kaset vardır. Sonraki günlerde de bu sefer evin içinin çekildiği bir kaset daha alırlar ve sonrasında yatak odalarındaki görüntülerinin olduğu başka bir kaset daha alırlar. Bu süreçte Madison, kendisinin hiç tanımadığı, karısının arkadaşı olan birinin evindeki partiye katılır ve bu partide kendisini tanıdığını ve şu anda senin evindeyim diyen garip bir adamla karşılaşır. O telaşla eve giderler ve evde birisinin olacağını düşündüğünden karısından dışarıda beklemesini ister. Ama evde kimse yoktur. Diğer gün karısı evde ölü bulunur ve Madison zanlı durumuna düşer. Deliller de Madison’un aleyhinedir ve kıskanç koca suçlamasıyla hapse girer. Karısının ölümüne dair hiçbir şey hatırlamaz ve ne yapacağını bilemez. Bu süreçte dört duvar arasına sıkışan Madison bir anda yok olur ve yerine Pete Dayton isimli genç birisi geçer. Pete Dayton, araba tamircisidir ve arabasının bakımını sadece kendine yaptıran bire gangsterin Alice isimli sevgilisine gönlünü kaptırır ve Alice ile birlikte gangsterlerden kaçmaya çalışırlar. Aşık olduğu Alice’in kirli geçmişini silip yeni bir sayfa açmak istemesinden ötürü Alice’i fahişeliğe zorlayan adamı öldürmeye karar verir.
Mullolland Çıkmazı: Adının önce Rita olduğunu bildiğimiz bir kadın bir arabada götürülürken araba bir anda durur ve öldürüleceğini anlar. Bu esnada içinde bulunduğu arabaya hızlı bir şekilde gelen bir araba çarpar ve sadece kendi canlı kurtulur. Şehrin parıldayan ışıklarına sendeleyerek bakar ve kendisini ormanın içine bırakarak şehre doğru gider. Şehre vardığında hiç bilmediği bir eve girer ve orda dinlenip uyumak ister. Kendisi duştayken evin sahibi olan kadının oyuncu olmak isteyen yeğeni Diane(Betty) eve gelir. Betty büyük umutlarla Kanada’dan Hollywood’a gelir ve geldiğinde de Camilia(Rita) ile karşılaşır. Film gerçek ve rüya düzleminde iki şekilde anlatıldığı için rüya ve gerçek olmak üzere olaylar gelişir. Basit olarak da Diane’in oyunculuk kariyeri istediği şekilde gitmez, aşık olduğu kadın Camilla ise Daine yerine bir yönetmeni tercih eder. Diane’in oynamak istediği başrol yine Camilla tarafından kapılır ve bu talihsiz durumlar neticesinde içine düştüğü bahtsızlığın bir yansıması olarak, Camilla’yı öldürmek ister ve bu sebeple kiralık bir katille anlaşır. Bu süreçte de Hollywod film sektöründeki yapaylık, çürümüşlük ve yanlış işleyen çarklara da göndermeler yapılır.
Sinemada postmodern anlatı tarzının en önemli özelliklerinden birisi; kurgu, hikayenin ardışık düzenini parçalamak için kullanılır. Yani klasik sinemada olduğu gibi serim-düğüm-çözüm doğrultusunda ilerlemez. Postmodern anlatı tarzında hikaye, anlamı zorlaştıracak bir parçalı anlatımla verilir. Zaman zaman da birbiriyle ilişkisi olmayan parçalar film içinde yer alır. Lynch filmlerinde de en sık görülen özelliklerden biri budur. Kurgunun ardışık yapısı parçalanarak zaman mekan algısı da yitirilirmiş olur. Lynch’in filmlerini izlerken de bu durumla sık sık karşı karşıya kalırız. Örneğin Kayıp Otoban’da Madison, hapse girdikten sonra başka birine(Pete Dayton) dönüşür ve sanki hiçbir şey olmamış gibi o dönüştüğü kişinin hayatını izlemeye başlarız. Mulholland Çıkmazı’nda da Diane, filmin başında Rita’nın arabayla gittiği sahnede -filmin sonuna doğru- arkadaki koltukta Rita yerine kendi oturur ve onun oraya nasıl geldiğini sorgularız. Klasik anlatıda izliyor olsaydık, hikaye belli bir mantığa göre ilerler ve seyirciye filmi anlamlandırma açısından ipuçları verir.
Postmodern anlatının diğer bir özelliği; şizofren karakterlerin algılarıyla allak bullak olan nesnel gerçeklik, sınırsız arzu, cinsellik ve şiddettir. Şizofren, postmodern bir şuursuzlukla modern akılcılığa meydan okur. Anlatının parçalılığıyla, belirsizliği ve gerçeğin gerçek olmayanla iç içe geçmesini sağlayan bu şizofren yapı gibi araçlarla postmodern algı kurgulanmış olur. Her üç filmde de göze batacak şekilde cinsellik, şiddet ve karakterlerin şizofren davranışları yer alır. Mavi Kadife’de Jeffrey ile Dorothy arasındaki klasik anlatıyı reddeden cinsellik, Frank Booth’un gösterdiği şiddet ve film boyunca hakim olan şiddet içeren şizofrence eylemleri, Kayıp Otoban’da Madison ve eşi arasındaki kısmi cinsellik ve Madison’un paranoyası, Madison’un dönüştüğü Pete Dayton’la Allice arasındaki endişenin hakim olduğu ilişki, cinsellik ve birbirlerini arzulayışlarındaki tavrın klasik anlatıda kolay kolay rastlayamayacağımız yansıması, Mulholland Çıkmazı’nda Diane ve Rita arasındaki cinsellik, Diane’in rüyasında kendini oyuncu olarak gördüğü ve başrol için görüşmeye gittiği yerde gösterilen cinsellik unsuru barındıran sahne örnek olarak gösterilebilir. Anlatının parçalı ve belirsiz olması, gerçeğin gerçek olmayanla iç içe geçmesi özellikle Mulholland Çıkmazı’nda görülür. Diane, rüyasında Betty’dir. Rita ise Camilia. Filmin çoğunluğu Diane’in rüyası üzerinden gider. Diane uyandığında ise gerçek dünya yansıtılır. Ama seyirci halen anlamaz neyin gerçek, neyin rüya olduğunu. Bu karmaşa postmodern anlatının olmazsa olmazıdır.
Postmodern filmlerin diğer en önemli özelliklerinden birisi de bir amaca hizmet etmeyişi, izleyicisine doğruları anlatma çabası taşımayışı ve dünyayı yönlendirmek kaygısından uzak oluşu. Bu özelliği üç filmin her birinde görmek mümkündür. Karakterler modern dünyanın karakterleri değildir. Örneğin; Muholland Çıkmazı’nda gördüğümüz yemek yenilen Winkies’in arka tarafındaki ucube/yaratık, Mavi Kadife’deki çete lideri olan Frank Booth, yanında oksijen maskesi taşır ve zaman zaman şizofrence bir tavırla ondan nefes alır. Ya da Kayıp Otoban’daki parti sahnesinde “Seni tanıyorum, şu anda senin evindeyim” diyen karakter de klasik anlatının içinde pek de yer almayan başka bir örnektir. Her karakterin kendi iç dünyası farklıdır ve modern anlatı içerisinde kolay kolay rastlayamayacağımız şekilde postmodern anlatı yapısının içinde var olurlar. Lynch’in filmlerindeki birçok karakterde de tekinsizlik vardır. Bir karakteri gördüğümüzde ve onu “tanımaya” başladığımızda ardından gelişecek olaylar hakkında yorumda bulunamayız. Zira yönetmen bunu istemez. Bu, postmodern anlatı yapısının en belirgin özelliğidir. Örneğin klasik anlatıda önce bir silah, ardından da tren gördüğümüzde o trenin soyulacağı anlamını çıkarabiliriz. Lakin postmodern anlatıda bu şekilde bir bağlantı kurma zorunluluğu olmadığı gibi modern anlatının “başlangıç, ilerleme ve son” mantığına tümüyle karşı durur ve şizofrence işlenen bu filmlerde çoğunlukla bütünlük göremeyiz. Karakterler, kendi “gerçeklikleri” içerisinde – doğru ya da yanlış olması önemli değil – yaşarlar. Karakterlerle herhangi bir yakınlık kurmayız, izlediğimiz olayların içine kendimizi sığdıramayız ya da empati kuramayız. Bu uzaklık, karakterleri ve olayların gidişatındaki “mantığı” anlamamıza engel olur. Dolayısıyla da filmleri izlerken uzaktan izliyormuşçasına tanık oluruz her şeye.
Lynch’in filmlerinde sıklıkla rastgeldiğimiz “kırmızı” ise klasik anlamda düşündüldüğünde aşkı ve cinselliği çağrıştırır. Mavi Kadife’de kırmızı, cinselliğin beraberinde şiddeti de çağrıştırır. Kayıp Otoban’da da cinsellik unsuru olarak kırmızıyı görürüz. Mulholland Çıkmazı’nda ise anlam daha farklıdır. Kırmızı nesneler gerçekliği, mavi nesneler de rüyayı temsil eder. Yani klasik anlatıdaki kullanımlarının dışında bir anlam ihtiva eder.
Sonuç
Postmodernizm birçok sanat dalını etkilemiş, sinema da bundan büyük bir pay almıştır. Sinemada postmodern anlatı, özellikle David Lynch’in Mavi Kadife filmiyle birlikte ayakları üzerinde durmaya başlamıştır. Postmodern filmlerin bu zamana kadar bilinen birçok kuralı yıkması ve yeni bir bakış getirmesi sinemanın ne kadar geniş tabanlı bir sanat dalı olduğunu ispatlar niteliktedir. Örneğin; postmodern filmlerde karakterlerin iç dünyasını görürüz. Karakterin sahip olduğu o iç dünya (şizofrenik yönelimleri ve söylemleri, cinselliğe olan yaklaşımı, hazzı ve şiddete olan meyli) sinema yoluyla gösterilir. Ama gerçek dünyada bireylerin sahip olduğu ruh hali, yönelimleri, cinselliğe yaklaşımları, şiddetle olan ilişkileri çoğunlukla perde arkasındadır ve tamamen kişinin kendisiyle iç içedir. Biz o dünyayı göremeyiz, algılayamayız veyahut şahit olamayız. Gerçek dünyadaki bireylerin yaşantılarını sadece kendileri bilir. Kaldı ki sinema başlı başına farklı bir dünyadır. Gerçek dünyada olan şeylere yer verildiği gibi tamamen gerçek dünyayla ilgisiz şeyler de sinema aracılığıyla gösterilebilir. Bilim-kurgu filmleri bu tanıma örnek gösterilebilir. Böylesi bir sanat dalında da postmodern anlatı tarzıyla filmler üretmek, onları sergileyip belli bir izleyici kitlesine erişmek sinemayı daha da yukarıya çıkarır. David Lynch de bunu başarmıştır. Bir amaca hizmet eden, söyleyecek sözü olan, yönlendirme ya da dünyayı değiştirme amacıyla üretilen filmlerin karşısında duran bu postmodern filmler, yani postmodern anlatı, kendi değişik algısını oluşturmuş, sinema gibi koca bir dünyanın içinde kendine önemli bir yer edinmiş ve klasik anlatıya alternatif yeni bir anlayış kazandırmıştır. Bu da sinemaya yeni bir soluk getirmiş, sinemayla ilgilenenler için başka bir “çıkış kapısı” aralamıştır.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by Gürkan Keleş

Biraz insan, biraz da insan kalmaya çalışan.

Bir cevap yazın