in

Halep’te Bir Kedi

Öğle vakti… Güneş çoktan şehrin tepesine yükselmiş, dün gece bombardımanda patlayan bir arabadan sızan petrol sıcağın etkisiyle yerde asfalt gibi katılaşmıştı. Yan sokakta bir mücahidin yanık sesiyle ezan okuduğu duyuluyordu. Yavrularını arkalarına almış, sığınak delen bombayla yarılmış tavandan içeri giren ışık süzmesine zar zor bakıyordu. Açlık, bunaltıcı sıcak yavrularını telef ediyordu. Altı yavrusundan geriye üç tanesi kalmıştı.

Artık yemek bulmalıydı. Her ne kadar takati kalmasa da son bir güçle yarıktan dışarı fırladı. Dün ayağı kolonun arasından fırlamış demir parçasına takıldığı için sendeleye sendeleye pencerenin yanına yaklaştı. Gerçi pencere de denemezdi artık. Cam da yok, duvar da… Üst kattan dökülen parçalar kendisinin bulunduğu pencereye kadar yığın oluşturmuştu. Yığınlar arasında kalmış kimse var mıydı acaba? Ama kedi nerden bilsindi bunu? Hem onun için bir kolaylıktı bu. Sendeleye sendeleye aşağı kata nasıl inecekti?. Dünkü demir parçasından aldığı dersle yığınlara dikkat ederek aşağıya indi. Yere patisini koymasıyla mücahidin yanık ezanı da sona ermişti. Yuvarlanan bir yanık lastik önünden düşeyaza geçti. Karşı binanın önünde bir adam, tekerlekli sandalyede eşi, boş sokakta sürekli bina aralarına, kırık camların arasından cam içlerine bakıyordu. Bir arayış içinde oldukları belliydi. Kadın ise gözlerini bezle kapamış, kafası en arkaya kadar gerilemiş, kendi elinin ovuyordu üzüntüden. Kedi belki bir şey verirler diye yanlarına yaklaştı ama ilgilenmediler onla. Çok daha önemli bir şey vardı onlar için: Dünkü kargaşada kaybettikleri beş çocukları…

Kedi- acıtsa da – iki ayağının üstünde, gözlerini ona dikmiş bakıyordu. Bir iki adım sonra adam ve kadın durdu. Kedi bir an umutlandı. Acınma hallerinin işe yaradığını düşündü. Evine yiyecek götürecekti belki de. Yavrularının açlık çığlığı az da olsa kesilecekti. Ama hayır. Onlar bunun için durmamıştı. Kedi bunları hayal ederken kadın az önce tekerlekli sandalyede hayata veda etmişti. Adam ise göz yaşlarıyla eşinin yüzünü ovuyordu. Kedi bir kaç dakikalığına bu boş, yıkılmış binalarla çevrili sokakta hıçkırığın karıştığı ağlamaları dinledi. Yapacak bir şeyi yoktu ama kediydi ne de olsa. Onun da beslemesi gereken yavruları vardı. Arkasında hıçkırıklar devam ederken o diğer tarafa dönüp sendeleyerek yürümeye devam etti.

Bir kaç adım sonra Halep’in sessiz sokağı ona an be an yabancılaşıyordu. Buraya dün geldi emindi. Dün patisini basmıştı buraya. Ama binalardan dökülenler yolu kapatmış gibiydi neredeyse. Her gün haritası değişiyordu sanki buranın. Bir bina yıkılıyor, bir yol kapanıyor, diğeri açılıyor… Molozların üstüne oturmuş bir çocuk gördü kedi. Saçları tozdan griye dönmüş, alnında kurumuş, üstüne toprak yapışmış bir kan sızıntısıyla öylece sokağa bakıyordu. Ayağının hemen dibinde bir çocuk, gözleri kediye bakacak şekilde hayata veda etmişti. Savaş öncesi çocuklar gibi değildi ama bu çocuk. Onlar yere düştüğünde, başlarına bir iş geldiğinde hemen ağlarlardı. Yardıma da hemen ya annesi ya orada bulunan bir esnaf koşardı. Ama bu çocuk farklıydı, ağlamıyordu. Belki de son yanında patlayan bombayla ölen arkadaşı ağlayacaklarını beraberinde götürmüştü. Şimdi yardımına ne bir koşacak esnaf ne bir annesi ne de bir arkadaşı vardı.

İki umudu vardı önünde sırtını dayayabileceği:
Önce Allah, sonra tüm İslam ümmeti…
page_halep-suriye-ordusunun-kusatmasi-altinda_902075933

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Turuncu Yazar

Written by Eyüpcan Işık

Gökyüzü sinmiş hikayelerin fedaisi.

Bir cevap yazın