in

Heykeller ve Tanrı’ya Yolculuk

Düşük bütçeli bir yapıt değil midir insanoğlu? Sadece toprak ve su alabildiğince çevremizde. İlk heykel nasıl oldu, kim tarafından ne maksatla yapıldı? Acaba tanrıyı taklit etmek isteyen şahsına münhasır bir delikanlı ya da femdom bir kadın heyecanı ile mi yapıldı?

Sabah uyandığında canlanması beklenen heykelin ruhaniyetine toprakta ki su karar verdi. Ne kadar su o kadar zor tutunmak. Öğle vakti attığı ilk adımla nehre giren toprak suyunu bıraktı. Aktı ve gitti. Öncesi ilk adımlarıyla nehre belli uzaklığı vardı. o işte bu yüzden gitti. Suyun ardı sıra suya ve tekrar suya dönüşü gibi. Kuzeyde ki dağlardan başlayan akıntı, her haliyle güneye düştükçe yavaşladı. Ben uzaktan baktım her rakıma. Parçalanmadan önce aynı sendi. Nasılda dağıldı yaz yağmurlarını bırakan mor bulutların serkeşliği ve kendini bilmezliği. Bir hiçlikten gelen enerji ilk ateşti. Sen ateşten de korkarsın dendiğinde, o tüm gücünü sudan ayırdı ve saf hali ile saf toprağa dönüştü. Bir kalem yoktu. Ateş yakmadı. hava yok etmedi. Sadece suya özlem duydu. Bu ilişkinin bir başka adı var mı diye soran sendin.Evet var, sen.Kusurlar dağıtıldı her bir mahlukata. Terbiye edene, hür notuyla açıldı LA’dan. Bir avuç toprağı vurmadı gevşekliğinden. Sonrası dünyanın dersine kaldı. Sen sanat yaparsın. Eksiktir bin parça. Hatırladın mı? Ya da hisset mi kalbin ilk atışını. Biz zayi bir mahlukatız. Almışsın bir parça topraktan, şekli kalp kendisi yok. Karanlığın içinden sana ilk nefes. Sanatı yapan sensin. Biz izledik seni, çıkışı yoktu. Dahi bir adam tarafından sana çok benzeyen toprağın örtüsü ve suyun kıvamı tamdı. Gözlerine ağır kasvet, dudakları aşka yakın vahimdi. Heykelin bir vahameti daha vardı. O küçülmeden büyütülmüş ve çocukluğun zarafetini ne diline, ne kalbine nede aklına sığdıramamıştı. Ayak üstü atılan çift başlı kör düğüm gibi bağnazca bağlandı. Tanrıya şükredelim o heykel canlanmadı. Çocukluğun zarafeti olmaksızın, kırk yaşına eşit şiddette ölçülemeyen felaketi büyütürdü.

Sonra dedi ki; güneş en tepeye çıkınca bir vakit bekleyelim. El ayak olan çevresi ona uydu. Değil bir vakit, bin vakitte gelse eksik olan vuku olmaz. Hepsi çevresine toplanınca, şeklini değiştirmeye karar verdiler. Sığ bir deniz hayal edip göz altlarına, kuş bakışı sıkı bir ormanı ise kıvırcık saçlara çevirdiler. Ayaklarını Helenaya, kollarını Marek’e benzettiler. Akşam olunca karanlıkta göremediler. Heykeli ateşe yaklaştırınca göğüslerinde ve yüzünde eksikler belirdi. Hemen ateş ile ısınan toprağı tekrar işlemeye koyuldular. Sabah olunca tümüyle memnun kaldılar. Yedi yıl onunla konuştular. Sekizinci yılda üzerinden çıkan filizleri görünce hepsi birden anladı ki, biz tanrı değiliz. Tanrı o. Onlar hayal etti, toprak ve su dogmalar yarattı.

Vaktiyle böyleydi. Keşke o gün o heykel canlansaydı. Asırlar önce tanrı olma yolculuğuyla başlayan yolculuk, tanrıyla konuşma yolculuğuyla bitti.

Şimdi batıda çoğu kez hatıralara. Doğuda Şivaya. Kimse gerçeği bilmiyor, kim bilir belki yarın bambaşka bir yolculuğa.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Şeref Uygun

Bir cevap yazın