Yorgunum, üşüyorum, bunalıyorum… Çıkmaza girdim, hayata yetişmem gerek… Geç kalıyorum. Ya da kaldım. Hatta belki kalmak için son çabalarım. Kalmak… Hayatta kalmak… Ayakta kalmak…
Yazıyorum… Aylar sonra ve hatta yıl olmuş. Tekrar yazıyorum. İçime sığmıyor kafamdakiler. Yok kilo vermedim. Ruh kilo vermez zaten… Ruhuma sığmıyor kafamdakiler ve gitmiyor da… Odasında gizli kapaklı yazılar yazarken bile biri görecek diye korkan kız çocuğuyum hala. Onlarca kişinin arasında yazma cesaretim bir değişim değil. İmkansızlık… Belki de güçsüzlük.
Dayanamıyorum. Kaldıramıyorum bu hayatı dev halterler gibi. Susuyorum. Yitiyorum. Bitiyorum. Bir insanın güçlü olmaktan yorulup güçsüzlüğe kaçtığı bir yer varsa eğer oradayım. Yoksa da eğer yakında öyle bir yer olacak. Ve ben orada olacağım.
Boğazımdan yakarak vücudumu istila eden alev, kollarıma vardıkça dondurucu soğuklara dönüyor. Isınamıyorum kalabalıklarda. Her role bir kişinin sığdığı, israfsız bir hayat istiyorum göz yaşınca kurak olan. Ama her seferinde gözyaşlarım sağ avcumdaki damarlar kadar yeşil ormanlar yetiştiriyor. Yetişemiyorum…
Hayat onu kaldırıp başın üstüne koyup taşımak (tabii sonra altında ezilmek) değil bazen ; ayaklarımızın altına alıp ona galip gelmek !