in

Reis-i Müsterah

Reisi Müsterah

Akşamüstü canı sıkkın oturuyorum bir bank üzerinde. Sigara bir öncekiyle yanıp ötekini yakıyor. Sanki felaketlerin hepsi bir anda üzerime çökmüş gibi sayıp sövüyorum içimden. Bir baktım delikanlı sayılacak yaştaki bir adam önümde bitiverdi. Kimlik diye sertçe çekip aldı o karamsar düşlerden.

– anlamadım! Efendim?

– Kimlik! Diye yeniledi

– İyi de sen kimsin kardeş. Niye kimlik soruyorsun. Hem ben oturuyorum sadece

– Fazla uzatma. Kimlik dediysek kimlik göster. Buralar benden sorulur!

Baktım olacak gibi değil. Ya kavga edeceğim ya da kimlik gösterceğim. Kimliği uzattım. Alıp bakıverdi. Kimlikteki fotoğrafa sonra da yüzüme birkaç bakıp geri uzattı. Uzaklaşınca biraz homurdanıp tekrar dalıverdim o karanlık odaya. Aradan bir yarım saat geçti ya da geçmedi. Bir daha beliriverdi sorumlu delikanlı. Çattık dedim içimden.

– Buyur kardeş yine ne var

– Sen bayağıdır burdasın. Hayırdır?

– Yahu birader sen ne istiyorsun benden? Oturuyorum işte. Sana ne?

– Ya’lı ma’lı konuşma lan! ben buranın sorumlusuyum

– Eee şimdi ne yapayım!
Sinirden elim ayağım titriyor ama sabır getirip sakin olmaya çalışıyorum. Adamın silahı var! Demek ki gerçekten sorumlusudur buraların. Durduk yere bunca derde bir yenisini eklemek istemiyorum. Zaten memlekette yeni ihtilal olmuş kim kime dum duma. Ben de hapishaneden çıkalı olmuş 2-3 saat.

Bir daha sordum

– Kardeş ne yapmamı istiyorsun?

– Haberin yok galiba! Artık buralar bizden soruluyor. Bil istedim. Komiteyiz biz!

Kan beynime sıçradı. Sabrım bitti. Tam uygun cevabı verecektim ki bir anda ninemin anlattığı bir hikaye geldi aklıma. Kendimi gülmekten alıkoyamadım. Güldüğümü farkeden genç adamın yüzü öfkeden kora döndü.

– Desene sen buranın Reisi Müsterahısın!

– Ne diyorsun lan sen. Reise mi sataştın.

– Yok kardeş haşa ne haddime. Reisi Müsterah dedim. Eski bir anı…

Daha cümlemi tamamlamadan kelepçeyi takıverdi elime. Elindeki kalaşnikofun kundağıyla da sırtımı okşayarak parkın dışındaki yola doğru hizaladı beni.

– Yürü karakolda anlatırsın derdini

– Ya kardeş ben reisine bişey demedim

– Sus seni vatan haini. Sana dünyanın kaç bucak olduğunu göstereceğim

– Kardeş; bak yanlış anladın. Ben hayatım boyunca elimde kelepçe görmedim. Karakol nedir bilmem…

Halbuki ikinci mahkumiyetimdi bu. İyi bilyordum usulsüz yargıları!

– Kes sesini. Dinsiz şerefsiz. Zaten sakalın da yok!

Bu esnada sirenleri dünyayı sağır edercesine açık olan bir polis arabası duruverdi yanımızda. Aha kurtuldum diye düşündüm içimden.

– Memur bey aman yetişin. Bu genç durduk yere kelepçe taktı. Ne olduğunu da bilmiyorum

– Kes lan. Bin arabaya

Hay da!

Yaka paça arabaya bindirildim. Kendime geldiğimde nezaretin köşesindeydim.

Ulan zaten onca dert var başımda şimdi işin yoksa devrim mahkemesinde anlat derdini. Sakalım da yok. Kesin idama kadar gider bu iş ben de kurtulurum diye düşündüm içimden.

Nezaret duvarındaki devrim öncesi ve sonrası yazıları hatmettikten sonra Şah döneminden kaldığı belli olan bir polis belirdi parmaklıkların ardında.

– Memur bey ben burada niye tutuluyorum? Parkta oturmuş kendi dertlerimle boğuşuyordum. Deminki genç gelip iki defa taciz edince aklıma başka bişey geldi ve gülümsedim. Yani hepsi bu. Hem bu Komite nedir Allah aşkına!

– Canım kardeşim sen hangi asırda yaşıyorsun? Devrim oldu! Bundan haberin yok mu? Hem sen komüniste benziyorsun! Zaten bu gericilerle bir olup devrimi yapan siz değil miydiniz? Şimdi çıkarınız ters düştü, tasfiye ediyorlar sizi. Anlayacağın öcü ilan edildiniz.

– Memur bey! Ben hapisteydim. Hem önceki dönem hem devrim sonrası. Yazarım ben!

– Eee daha beter ya!

– Komünist falan da değilim. Ben mizah yazardım. Bir baktım hapisteyim. Devrim oldu çıktım. Daha ilk yazımda yine içeri aldılar. Hadi bunların hepsini geçtim. Tövbe ettim ben yazmayacağım! Sadece parkta oturuyordum…

– Bak kardeş şu Komite denen şey güya emniyeti artırmak adına oluşturuldu, meclis yetkilerini genişletti, maaşları da o biçim. Biz üniversite mezunuyuz onlar Ortaokul mezunu bile olsalar alınıyorlar. Yeter ki partiye üye olsunlar. Hem bizim bile lafımız geçmiyor bunlara. Kısacası başın belada. Sahi niye güldün?

– Memur bey benim ninemin bir hikayesi vardı. Reisi Müsterah diye.

– Eee neymiş o hikaye merak ettim doğrusu

– Ninem şöyle anlatırdı;

Gecer hanedanının son zamanlarında. Rahmetli Rıza şahtan hemen önce. Sarayda makam üzerine makam, mevki veriliyor; mevcutlar tükendiyse bile kendilerinden makam oluşturup yakınlarını maaşa bağlıyorlarmış. Bu makamlara sahip olanlar da eş, dost, akraba; kısacası aklına gelebilecek bütün yakınları için ya sarayda ya da devletin kurumlarında iş buluyorlarmış.

Gel zaman git zaman; padişahın beşinci kızından damadının amcaoğlu iş bulabilmek için damat efendinin kapısını çalıyor. Hoş, artık sarayda boş olan veya uydurulabilecek akla yatkın bir iş de kalmamıştır. Fakat damat efendi çok kurnaz ve hemen bir yolunu bulur. Amcaoğlu hiç dert etme ben gerekeni yapacağım; sen yarın bu tezkereyle saraya gel der.

Ertesi gün hemen padişahı  huzuruna çıkıp bir ferman düzenletir ve devlet-i aliyyenin müsterah reyaseti diye bir iş oluşturtur. Anında hazineden keselerce altın alınır ve saray bahçesinin; kuş uçmaz kervan geçmez bir köşesinde beş tuvalet inşa edilir. Kapılar altınla kaplatılır ve farklı beş kıymetli metalden yapılan ibrikler zimmet edilir amcaoğluna.

Damat efendi sıkı sıkı tembihler; ( bak amcaoğlu bu sarayda tutunmak istiyorsan yeri geldiğinde ağırlığını koymalısın, faydalı olduğunu ve boşa maaş almadığını saray halkına göstermelisin. Hadi Allah utandırmasın.)

Amcaoğlu günlerce gelip gitmiş fakat tuvalete uğrayan yok! Hal böyle olunca başlarda haftanın belirli günleri; daha sonra ise ayda bir uğrayıp bir görünürmuş. Ne de olsa her ay keselerce altını cebe indiriyor, arayıp soran da yok. Aslında saray halkından kimse orada tuvalet olduğunu bilmiyor.

Amcaoğlu her mecliste hürmet görüyor, el üstünde tutuluyor. Kimse ne iş yaptığını sormuyor. Zaten önemli de değil. Saraya kapak attıysan sırtın yere gelmiyor.

– Eeee bu bizim Komiteci çocukla ne alaka

– Sadede geleyim. Sizin de başınızı ağrıttım. Yazar milleti işte çenemizi tutamıyoruz.

Günlerden bir gün saray bahçesinin o köşesinde otlar budanacakmış. Saray bahçıvanı gün boyu oralarda pineklemiş biraz da şarabı fazla kaçırınca iyicene idrara sıkışmış. Derken altın yaldızlı tuvaletler dikkatini çekmiş. Hasbelkader amcaoğlu o gün işbaşı yapmış memnuniyetsiz bir şekilde günü için hayıflanıyormuş. Bahçıvan koşar adımla yaklaşmış en yakınındaki pirinçten yapılı ibriği alıp kapılardan birine yönelmiş.

Amcaoğlu işte vakit bu vakit deyip bahçıvanın önünü kesmiş.

– Dur muhterem nereye böyle destursuz?

– Kardeş helaya gireceğim. Sen de kimsin?

– Höst ulan ne kardeşi? Ben buranın reisiyim.

– Tamam da tuvalete ne reisi?

– Lan sen padişahın emrine karşı mı geliyorsun?

– Haşa! Ne haddime. Öyle buyurdularsa doğrudur. Fakat şimdi ne yapacağımı bilmiyorum!

– Sen kimsin önce onu söyle bana.

– Ben bahçıvanım reis bey. Fakat sorunuzun sebebini anlayamadım.

– Anlamazsın işte! Doğru düzgün saray terbiyesi almamışsın. Şimdi o pirinç ibriği bırak bakır olanı al.

– Yahu reis bey ne fark eder. Hem artık altıma edeceğim bırak geçeyim.

– Höst dedik ulan! İbrik ibriktir onu biz de biliyoruz, ama burası sahipsiz değil. Ben ne dersem o olur. O kadar!

Ben bu müsterahın reisiyim!

Ben:

– Evet memur bey bütün hikaye bundan ibaret. Ne olur beni salın gideyim. Zaten başım beladan kurtulmuyor bu da eklenmesin üstüne.

– Bak kardeş seni salarım fakat ben de zan altında kalırım. Durumlar karışık biliyorsun. Aldıklarını yargısız idam mangasına veriyorlar. Salarım ama ortadan kaybolman lazım. Görünme buralarda. Hatta bu şehirden gitmen gerek yoksa ikimizi de kurşuna dizerler.

– Siz! Ya size ne olacak?

– Ben uydururum bir şeyler. Hadi nöbet teslimine gelmeden tüy.

İki ayağım vardı iki de kiralayıp koşarak uzaklaştım oradan. İlk iş eve uğrayıp henüz üzerinde kraliyet amblemi olan pasaportumu ve yastık altı paralarımı da aldıktan sonra havalimanının yolunu tuttum. İlk uçuş ile Almanya’ya geldim. Evet böylece yıllardır artık burada yaşıyorum.

Sonradan öğrendim ki o polis memuru beni savcıya teslim ettiğini ama savcı kılığında bir komünist olduğundan şüphelendiğini bildirmiş komiteci gençlere. Onlarda üşenmeden bunu devrim mahkemesi savcısına intikal ettirmişler. Evet dostlar idamıma bile karar verilmiş yıllar önce. Fakat o polisin iyi niyeti hayatımı kurtarmış.
Aziz Nesin anısına

03-06-2020

Ali Bıgonah

What do you think?

1 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Ali BIGONAH

Bir cevap yazın