in

Yaz Taneleri

İlk karşılaşmamızdı. Ancak kışı bitirmenin mutluluğundan farksızdı. Nefesini tenimde hissettiğim ilk an baharın şarkılarla gelişi gibiydi, bir o kadar da kırılgandı. Yıllardır tanıyordum sanki onu, yabancılığın zerresi yoktu aramızda. Yazı beklemenin heyecanı kaplamıştı içimi.

Bu heyecan yerini hüzne bırakacaktı, kaybetmek korkusu ile. Bir kere kaybetmekten korkmaya başladı mı insan hiçbir şeye sahip olamaz. Kaybetmektense, hiç sahip olmamayı yeğ tutar. Gerekçe mi yok sanki,ibadullah. Fakat gerekçelerin aslında birer bahane olduğunu fark etmeye görsün, kendinden nefret edecek kadar ileri gidebilir. “Saçma değil mi?” diye sordum kendime. Hiç bir gün elbet bitecek korkusuyla yazı yaşamaktan vazgeçmiş miydim? Ya da öleceklerini bildiğim halde sevdiklerime sarılmaktan? Peki yenilere karşı neden bu kadar acımasızdım? Hayatımın sonuna kadar şuanki koşullar ve insanlarla mı gidecektim sanki? Kalbimin sınırlarını genişletmem,yenilere kalbimde yer vermenin oradakilere ihanet olmadığının farkına varmam gerekiyordu.

Ellerini tuttum sonunda. Kalbime aktı tüm sıcaklığı. Bir kitapta okumuştum; sevgiyi en kuvvetli iletişim aracı yapan insanlar karşılaştığında böyle olurmuş. Birbirini ilk defa gören iki insan, en yakınlarından daha yakın oluverirmiş bir anda. O sıcaklığın akışında birbirlerinin tüm sırlarına da vakıf olurlarmış. Tüm eksiklikleri görmezden gelip, olduğu gibi kabul ederlermiş birbirlerini. İki kişilik düşünmeye başlarlarmış hayatı bundan böyle. `Ben`ken, `biz` olurlarmış. Anlam verememiştim başında, tuhaf gelmişti. Ancak şimdi idrak ediyor, tecrübe ediyorum. Annemin de dediği gibi zamanı gelince, doğru insanla karşılaştığında işte bu diyeceksin kendi kendine ve şimdi ufak ufak mırıldanıyorum içimden “işte bu.”

Başını göğsüme yasladı artık, yerinden çıkacakmış gibi atan kalbimin sesini dinliyor, yüzünde sakin ve huzurlu bir ifade ile, gözlerini ufka dikmiş. Sıra sıra düşürdü cemrelerini gönlüme,baharın tazeliğini getirdi. Bunca zamandır kapıma vurduğum mührü, bir bakışıyla çözebilecek biri varmış meğer. Hanidir aşkı aradığıma mı yanayım yoksa hak etmeyenler için kendimi paraladığıma mı? Halbuki sığ sularda bekleyen bir inci tanesi gibi doğru vakit gelince elini uzatıp alabileceğin bir şeymiş; aşk. Yeri geldiğinde tüm geçmişi bir kalemde sildirebilecek bir şey,`Benimsin` diyebilmenin güvenini verebilecek.

Bir annenin evladına sarıldığı gibi sarıldı bana; şefkatle ve karşılık beklemeden. Dirayetli bakışlarının ardında sezdiğim sevgi, karşı konulmaz bir şekilde bağlıyor beni ona.
`Neden hüzünlüsün?` sorusuyla bozdu epeydir süre gelen sessizliği.

Yanıtladım ben de;
“Gülen gözlerle baktığımda sana, korku kaplıyor içimi, senden korkuyorum, sensizlikten korkuyorum, benim olmandan ve yine benim olmamadan korkuyorum, içimin ürpertisi dinmez oldu, gözlerinin sınırsız ufkuna daldığımda korku kaplıyor içimi”

Sabahın derin sessizliğine uyandım. Başı hala göğsümde, tam kalbimin üzerindeydi. Buradaydı işte, korkularımı boşuna çıkarırcasına ve kutsayıp durduğum yalnızlığımı nihayete erdirircesine. Cesurdum hadsizce bu sabah, yaz taneleri doldurmuştu içime. Her biri birleşerek çorak toprakları bereketlendirecek, tabiatın tam da ortasına hakimiyetini kuracak; Yaz Taneleri.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Gökhan ERDOĞAN

büyüyünce kafka olucam.

Bir cevap yazın