in

Günce

…Üzerinde bir katre gözyaşı olan mektuba baktı, tanıdıktı sanki bu harfler, bu kıvrılmış cümleler. Onca sene yakınında olan, her duygusunu anlattığı, mutluluğunu, hüznünü paylaştığı, eşinden ayrıldığında  sırrını ve acısını anlattığı, dost bildiğinin ona son defa yazmış olduğu bir mektuptu bu. Onun ölümünden iki gün sonra gelen bu mektup, dünyada yaşanan en uzun geceden, 21 Aralık gününden tam iki gün sonra eline geçmişti, ama yazılış tarihi iki gün evveline aitti.  mektubu gelmiş, o okumaya ancak zaman bulabilmiş, ama en sonunda sevgili dostunun vereme yenik düşüp öldüğünü öğrenmişti. Nicedir mektuplaştığı ama dost bildiği kadının yazısı. Oysaki bu, belki de hayatının en acı verici, azap verici okuması olacaktı:

“21 Aralık 1982, İstanbul.

Hasret. Özlem. Bağım. Tutku. Aşk. 

Düşüncelerim bu kelimelerle dolu, onlarla yoğun yine. Onu gördüğüm bir rüya sonrası yazıyorum bu mektubu. Sevgisizliğine bir kalp verdiğim insana yazıyorum. Bana asla ümit vaat etmeyen, bakışları beni aşık eden, acımasız sevgilime. Belki hiç gözleri değmeyecek belki bu satırlara, hiç okumayacak dudakları bu harfleri. Onu sevdiğimi bilmeyecek, ona aşık olduğumu görmeyecek işte. O beni görmeyecek aslında, ne sevgimi, ne özlemimi, ne de onsuz asla yaşayamadığımı. Nefes alamadığımı. Yokluğunda delirdiğimi, bazen kıskançlıktan, bazen durduk yerde ona öfkelendiğimi. Tek bir resmine bakarken acı çekmeyecek, daima onun mutlu olmasını isterken sevdikleriyle her gördüğünde kalbi sızlamayacak. Yasak bir aşkta yanmayacak yüreği, sevmenin ne demek olduğunu bilmeyecek. O beni bilmeyecek aslında, onu sevdiğimi asla bilmeyecek. Çünkü bu sır, ben kara toprağa girdiğimde yok olacak yazık ki, benimle beraber sonlanacak. Geriye de bu saçma aşk müsveddeleri kalacak.

Serin serin esen rüzgar, beni daha da uzaklara götürsün diye aldım kağıdımı kalemimi, kanımdan akıtıp hokkaya batırdığım mürekkebimi; oturdum gecenin ilhamına bıraktım benliğimi. Gökyüzündeki yıldızları saydım, içime dolan yelin karşısında cümlelerimi döktüm. Onu düşündüm yine. Yapmaktan asla vazgeçmediğim, zerre gocunmadığım, aklımı kalbimin ellerine verdiğim tek şeyi. Yine onu sevdiğimi düşünüp acı çektim. İkilemlerde öleceğim ama galiba, kalbim son nefesime değin onu sevmemi emrediyor, aklımsa çoktan kendini ele geçiren bu duyguyu silip atmamı söylemekte ısrarcı. İki yanı ateş, iki yanı da dipsiz uçurum… Gayya kuyusuna yansımış suretim, sıratta bir başımayım. 

Onu seviyorum. Sevmeye devam ediyorum. Ama niye hala ölüyorum?

(Kimliğimi bulamamışımdır belki daha.)

 Onu anımsatan ufacık bir şeyi gördüğümde bile ürperiyor tenim. Gözlerim her daim yaşla dolu zaten, her şeyin karşısında akmayı marifet biliyor. Kalbim kanıyor onun yüzünden. Kendimi kaybediyorum gitgide. Oysa sevgilimin bundan zerre haberi yok, dolayısıyla benim tutunacak bir dalım da. 

Ona kavuşmak istiyorum. 

Onu görmek, doyasıya seyretmek, uzaktan bakışlarında erimek istiyorum. Bakışları bana değdiğinde her şeyimi soyan gözlerini istiyorum, ruhumu ortaya çıkaran elalarını da. Beni ilk günkü gibi bırakıyor çünkü, kendine sırılsıklam aşık edip gidiveriyor. Onu görürsem belki bir kez daha, en azından bir defa ölürüm. 

(Ama zaten ölüyorum. Bu mektubu da bu gece yazıyorum ki, onun eline geçtiğinde hayatımın en uzun, en acı gecesinin bu anlar olduğunu hissetsin. )

Düşünmekten zihnim allak bullak… Duygularım darmadağın oldu, içimdeki heyecan, umut, sevinç bir balon gibi söndü. artık ne yaptığımın, doğrusu nasıl yaşadığımın farkında değilim. Dayanamayacağım, biliyorum çünkü. Ben bu yenilgilerde ezelden mağluptum. Ancak şu da vardı, ben aşkta ne Ahmed Arif gibi hasretinden prangalar eskitebilirdim, ne Yunus Emre gibi yokluğuna erinebilirdim. Ben ancak adını bir mıh gibi aklımda tutabilirdim. Ve ben sadece onda tutuklu kalabilirdim, şarkıların güzelliğine inat. Kelimeler bozuluyor sanki gitgide… Anlamsız hayatıma mana oldun sen, bil bunu yalvarırım sevgilim. Sen beni hep dost bilsen de. Umarım ölümümden önce okumazsın. Zira sana böylece bakamam. 

Hoşça kal, hep öyle güzel kal.

What do you think?

1 Beğeni
Upvote Downvote
Sarı Yazar

Written by Raziye Sayaslan

Bir cevap yazın