in

Herhangi Bir Yazar Günlüğü

Hayatımı gözden geçirirken notlarımdan, işaretlemelerimden faydalanıyorum. Kendimi tekrar tekrar keşfediyor, yapacaklarımı, hedeflerimi, amacımı hatırlıyor ve bu sayede motivasyonumu arttırıyorum. Hobilerimi bile bazen bu sıralarda tekrar keşfediyorum. Bakıyorum nice kitaplar okumuşum ve daha nicesini okumayı planlamışım. Bir dizi film izlemişim; konularına göre izleyebileceğim güzel filmleri not etmişim. Ölmeden önce yapılacaklarım ve gezmeyi planladıklarım varmış…
Bugünlerde de yeni bir hobimi keşfettim. İletişim kurmak! Zorunlu iletişimden bahsetmiyorum, onlar tam bir gerginlik sebebi! Arkadaşlık kurduğum insanlarla öyle ya da böyle iletişim kurmak. Sosyal medya üzerinden ya da buluşarak. Onları yaparken her şeyi bir kenara bırakıyorum ve zevk alıyorum. Ve şu an düşünüyorum yeni insanlar tanımaktan da öyle. Yeni ortamlara girmek evet strese sokuyor ama sonrasında oluşan geniş çevreden inanılmaz memnun oluyorum.
Her bir ‘gerçek’ insan ilişkisinin kıymetli olduğuna inanıyorum. Her birinden ayrı şeyler öğreniyorum. Evet itiraf ediyorum her insanda farklı dünya olduğunu gördükçe ve o dünyaların içlerindeki farklı fikirleri keşfettikçe insan ilişkilerimi birer öğrenme aracı olarak görmeye başladım. Ha! Bu ilişkilerin kopmamasını istememin sebebi her birine insan olarak değer vermemdir orası ayrı.
Böyle bir hobi yeryüzünde keşfedilmiş midir, bunu nasıl değerlendirebilirim ya da değerlendirmem gerekir mi bilmiyorum.
Hayatı gözden geçirme, kendini keşfetme işinin bir de zararını gördüğümü düşünüyorum. Artık okunacak kitaplar, izlenecek filmler ve gezilecek yerler birer rakama ve ‘tik atılması’ gereken aktivitelere dönüşüyor. Sırf okudum, izledim, gezdim demek için yapılan ama verim, tat alınamayan şeylere dönüşüyor.
Gezme kısmı için bir çözüm buldum sayılır. Mesela bir sahil kasabasını geziyorum. Bir baştan bir başa yürüyorum ama tadını çıkara çıkara. Fotoğraf çekmek yasak. Fotoğraf çekimlerini dönüşte yapıyorum. Maksat gidişte tam verim alıp dönüşte ‘tik atmaya’ yönelik kanıtlar oluşturmak. Bir de bir yeri gidip görmeden önce o yerin tarihini okuma işlemine bayılıyorum. Tarihini bilerek ve hissederek gezmek çok başka bir şey.
Tam da az önce bir hobi gerçekleştirip bir film izledim. Filmin adı Ridicule; Türkçeye Gülünç İlişkiler olarak çevrilmiş. Yazının bundan sonrası spoil içerir. Sadece filmi izleyenler ya da izlemeyi düşünmeyenler okusun. Ya da varsa spoilerden etkilenmemeyi becerebilen bir süper güç; o da okusun tabii.
Fransa’nın bir köyünde sıtmadan ölen insanları kurtarmak için bataklığı kurutmayı ve anlamadığım birtakım hidrolik çalışmalar yapmayı planlayan bir mühendisin saraya girişi ve krala ulaşması konu edilmiş. O sırada bir aristokratın kızına aşık olur; kız da ona. Saraya girmek için o zamanın modası olan ‘ince zeka’ tüyolarını da bu aristokrattan alır mühendis. İsim yapmak ve adını krala duyurmak için ince zekasını konuşturmak zorundadır ve gayet de iyi becerir bunu. Bir de kontes dedikleri başka bir kadını kullanarak krala oldukça yaklaşır. Ancak sonunda sevdiği kızı tercih ettiği için kullandığı kadını öfkelendirmiş bulunur ve bir partide gülünç duruma düşürülür. Bu sahte ilişkilerden sıkılan mühendis, sevgilisini dinleyerek bataklığını kurutma işini tırnaklarıyla kazıyarak yapmaya karar verir ve beraber köye dönerler.
Bir de adam vardı şimdi hatırladım. Adam aptallık derecesinde saftı. Önce ince zeka yarışının kurbanı olarak gülünç duruma düşürüldü. Sonra da tam krala yaklaşmışken uyukladığı bir sırada ayakkabısı ateşe atıldı ve yırtık çorabıyla çağrıldığı odaya teşrif edemediği için onca zaman beklediği görüşme şansını kaybetti. Onlar kadar kurnaz olmadığı, baş edecek dayanıklılıkta olmadığı için intihar etmeyi seçti. Bu adam da bence günümüzde hayatın ve insanların zalimliğiyle baş edemeyen saf insanları temsil ediyordu.
Filmin sonunda da Fransa’da devrim olması ile aristokratların İngiltere’ye kaçtıkları bilgisi veriliyor. Ve moda değişmiş ince zekanın yerini uzun ve etkili konuşma yarışı almıştır.
Bu böyledir. Şu an gençler arasında yaygın olan espriler, davranışlar birkaç sene sonra eskir ve karakterinden ödün verenler verdikleri ödünle kalır. Kendisi olanlar her zaman kazanır. Onlar ne karakterlerinden ödün verip onurlarından vazgeçerler ne de ortama uyum sağlama endişesi içine girerler. Her türlü kardadırlar...

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Turuncu Yazar

Written by Azize Akdemir

Söylenmiş sözleri tekrarlamaktan korkarım. Bunu bilir bunu yazarım.
Tabii ki yazdıklarımın sayısı okuduklarımın sayısını geçmeyecek :)
MSKU FTR'18
Bursa

Bir cevap yazın