in

Yeni hayat

Hunharca düşünüyorum pervasızca düşerken dünlerimden. Saçlarım darmadağın, gözlerim nemli, ellerim yara bere içinde. “Kimim ben?” diye soruyorum kendi kendimi savururken. Yeni hayat, sağ olsun cevabı yapıştırıyor: “Yeni sen.”

Gözlerimi sımsıkı kapatıyorum rüzgarından. Oysaki o kadar yağmur yağdı ki bu kurak topraklara ama hiçbiri sen gibi serinletmedi. İşin garibi, yahu bu kadar duygusalken nedir bu sessizlik, sözsüzlük en önemlisi de sensizlik? Şunun şurasında insan kaç geçmişe köle, kaç yarına gebe, kaç ecele hece? Ah, bilinmeyenler o kadar çok ki. Bir de silinmeyenler. Ya silinse de iyileşmeyenler?

Şimdi gözümü açıp tekrar kapatıyorum. Huzurun ortasındayım. Hasretin sağında korkunun solundayım. Dar bir patikadayım. Havayı kokluyorum hayalinden. İnsanlar ne kadarda hissiz. Belli belirsiz bir uçurumda hiçsiz. Mutluluk oyunlarıyla bilinçsiz. Şu körpe dünyanın kuyuları ne kadarda dipsiz.

Hani insan neyi en çok isterse o, onun imtihanıydı bilirsin. İşte, bundan yola çıkarak bir şeyi en çok hak eden onun özlemini en çok çekenmiş diyor, gülüyorum. Suskunluktan ciğeri yanmış ormanlar gibi eriyorum. Gün kıyamet günüdür. Bak, alacakaranlıkta kar yağıyor. Merdivenler çıkmaz sokağa bakıyor. Ben tastamam teslimim gözlerine. Dem vakti ama sur üflendi üflenecek.

Zincirlerini kırdı kıracak kader. Baykuşlar kol geziyor dört bir yanda. Yarasalar mendebur.  Kılıçlar kuşanıldı. Harfler kanlı bıçaklı hecelerle. Heceler doğruyor sözcükleri. Sözcüklerin dili lal olmuş cümlelere. Cümleler çiğniyor paragrafı. Giriş bölümü gelişmeye sövüyor. Gelişme bölümü sonuca kanıyor. Başlık çaresiz.

Bir muhbir lazım şimdi geberircesine göçerken yad ellerden. Belki de bir hüzme. Bak, uzaklardan bir mason geliyor yardıma. Oysa onun da içi fason, tıpkı sen ben gibi. 33 kere fısıldıyor ebediyeti. Sakalı beyaz, benzi kara, kaftanı gri. Kıkırdayarak ama acımasızca konuşuyor. Onu görenler çaresizce açıyor ellerini göğe.

Karanlıklar arasında bir gölgeyim şimdi, aydınlıklar arasında bir öğe. Gel de gör, kalabalıklar arasında kalan bir cüce gibiyim. Beklediğin yegane ömrün yolcusuydum halbuki. Ufukta görünen son gemiydin sen. Merkezkaç kuvvetinin  etkisiyle yok olurken zaman, akıyordun dalgalardan. Kalp kırıklıklarının merhabası, büyük sevinçlerin hoşça kalıydın.

Bugün tamda burada, bu şehirde, bu meydanda puslu bir havada duruyorum ellerim cebimde. Görüyorum; arabalar ne kadar gıcır, maskeler ne kadar ucuz, hayaller ne kadar aciz. Gök gürlüyor, yer kaynıyor, dağlar coşuyor; dinle! İtaat et arılara! Saygı duy köpeklere! Yuvarlanan kayayı öp! Zamanın gücünü hisset!

Düşünsene dalında gül olup koklanmak varken diken olup ele batmakta ne demek? Yolunda kul olup melek olmak lazımken don olup şeytanlaşmakta ne hacet? Aynalarda hımbıl bir tavır var. Kameralarda kımıl kımıl sızın. Arıyorum işte benliğimi. Aşıyorum uçsuz bucaksız dağları. Yol versen de gidiyorum kol versen de.

Anlatılmak istenenlerin anlaşılamaması ne anlaşılır oldu artık. Zincirin halkası koptu çünkü. Dünya tersine döndü yalnızca. Basit bir denklemden dağ gibi sorunlar çıkaran bir hikayeydi yaşananlar. Artık imza atmak gerek hayasızca. Vefanın olmadığı yerde sefa süren bir vahimlikler dizisi duyulanlar. İyiyle kötü karıştı yarına. Diriyle ölü karıştı yadıma. Yine de her şey güzel diyorlar.

Ruhumun hapsettikleri yavaşça ayağa kalkarak kapıyı kapatıyor. Yarınımdan geri dönüyorum mabedime. Haydi durma selam ver gelenlere. Herkes gibi olma. Eski olan eskide kaldı biliyorsun. Gün, olanları kucaklama günü. O da ne? Yoksa bu gelen yeni olanın sureti mi? Flu ama ihtişamlı bir “yeni” bu. Evet evet, yeni hayatta kafasını salladı ve fısıldadı: “Bu*, bir rüya!”

*hayat.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Turuncu Yazar

Written by Anıl BÜTÜNER

...ama yine de...

Bir cevap yazın