in

Yok oluş

Yine yarın olmuştu gece on ikiyi geçerken öncekilerden farksız bir günü bitirip bir diğerine başlamıştım. Doğuştan bir yalnızdım ana karnında tek başımaydım ama avuç içi odayı iki kardeşimle paylaşmak zorunda bırakılmıştım. Sessizliğimde boğulduğum vakitleri biriktiriyorum ömrümden bile fazla ama kalabalık bir aileye sahibim. Aynı soyadı taşıdığım, yüzlerce yabancı insanla dip dibeydim koca bir boşlukta yer edinmeye çalışırken. Sabah olmuştu kahvaltı yapıp sokağa attım kendimi. Ailemden uzaklaşırken aile bağlarımı sorgulamayı severdim yüzüne bakmadığım babam ne kadar babalık yaptı diye sormayı sevdiğim kadar. Ben, kendimden bile soğumuştum artık İstanbul bile hiç cezbetmiyordu ama İstanbul tam intihar etmelik şehirdi. Bu köprüler kaç tane adımın sonu olduğunu dile getirse kanınız donardı ama, ben son adımımı bu köprülerden birinde atmak için yazı tura atıyorum önce yere sonra denize. Cebimdeki son demir para bittiğinde kendimi o parayla denizde bulucam bilincim yitik bir şekilde. Her gün mesai bitiminde eve gitmeden önce bu köprüye yakın yerden yürürüm kendime yer belirlerim işte burası tam benlik derim ve bu devirde simit bile olmayan bozukluğumu göğe atarım yerden ses geldiğinde son on, son dokuz diye diye sayarım. Günü yarıladım ama kayda değer bir şey yapmamıştım eve gitmem gerekiyordu ama ayaklarım geri geri gidiyordu. Ayaklarımın bile gitmeyi reddettiği o ev benim sonum olacakken ben o evde doğdum ama o evden dolayı ölme fikriyse biraz gücüme gidiyor. Akşam yemeğinde iki kaşık salladım yemeğe sahte nasılsınlardan sıkılıp gizlice iç çektim ellerine sağlık deyip gittim hem de kaçarcasına hızlı adımlar atarken anlamadıklarını sanırdım. Aynı gecenin sonunda balkonda babamın elinde iki bardak çayla dertleşelim diye karşımda dikildiği ana kadar. Babam çocukluğundan beri çalışıyordu. Tek bildiği şey çalışmaktı hafta sonu bile yoktu ama haftanın günlerini bilirdi. Zamanında babama, okuduğum ortaokul sorulunca o da bana sormuştu para denilen kağıt parçasıyla yatıp kalkarken. Annemse sanki vebalıymışım gibi bir kez olsun elimi tutmamıştı. Sigaramın bitmesine üç nefes kalmıştı ki babam iki bardak çayla içeri daldı. Sigarayı avucumun içinde nasıl söndürdüğümü bile bilmiyordum kendisini umursamadığımı içimden geçirirken. Bir demlik çayı bitirene kadar konuşmuştuk o gece. O gece yeni kararlar almıştım. Sessizliği bırakıp kardeşlerimle eskisi gibi olmaya karar vermiştim. Babamın nasihatleri dank etmişti. Resmen, aileden kendimi uzaklaştırmama pişman olmuştum. İlk sabah abimle, kahvaltıda konuşurken, birkaç gün sonra da kız kardeşimle hazır kahve içerken konuştuk. Onlardan uzak durduğum için ne kadar pişman olduğumu dile getirsem de söylediklerimi umursamadıklarını düşünsemde içimden kendi kendimi kurduğumu, içimden geçenlerin farklı bir benin, beni aldatışından başka bir şey olmadığını tekrarlayıp duruyordum. Ta ki onlar, sevgisizliklerinin içlerinde yer ettiklerini gözyaşlarıma değin hissettirene kadar. Onlarca geceden sonra yine bir gecede sıkışmıştım dört duvara. İçeriye perdenin altından sokak lambasının ışığı sızarken içim yastaydı. Siyah bile içimden daha beyaz kalırdı. İçimdeki karamsarlık dile gelmeme engel oluyordu. Diğer gün mesai bitene kadar işte bilgisayar başında öğle yemeğine bile çıkmadan çalıştım. Belki patronun gözüne girmiştim ama bu benim umurumda değildi. Elimde olsa ilk yanlışında öldürmeyi düşünüyordum o… çocuğunu. Bu denli piçlerin içine ne ara girmiştim ben. Uykuya kaldığımda yediğim azarın haddi hesabı yoktu. Öyle bir patronduki öğle yemeğine çıkmayıp ofiste çalışırken yememizi dile getirmişliği vardır. İş bitiminde son üç tane kalan bozuk paramdan birine yazı deyip attım göğe tura gelmişti. Son param olsaydı ölüme karşı ilk ve son yenilgimi almış sayılacaktım. Köprüden atlarken ki halimi düşünüyorumda kesin o an bile pişman olucam geri dönüşü olmayan bir pişmanlık ve bu benim yıllarımı alan bir sondu. Rus ruleti misali son bozuk paramda yazı yerine tura gelirse son adımımı köprünün demirlerinde atmış olacaktım. Ama yazı gelirse belki yeni bir hayat kurarım. Son iki tane bozuk param kalmıştı. Son iki kalana dek bu olay bayağı eğlenceliydi aslında. Bu gece eve varmadan iki sokak alttaki tekelden bir tane kırmızı şarap almıştım. Cuma günü olduğundan mıdır bilinmez tekelci yüzüme bile bakmadı şarabın parasını cebine atarken. Bu gece balkondan hiç çıkmayacaktım şarabımı kadehe doldurdum ve Ezel Roz Manaz’ın seslendirdiği o güzel şiirleri açtım. Ikinci kadehimde olmuştum bile, hoş bir kafası vardı. Sabah olmuştu, güneşi şişmiş haldeki gözlerimle selamlarken. Ikinci bozuklukta da yazı dedim ama bu sefer yazı gelmişti. Ya yarın da yazı dersem ya yine yazı gelirse kaçıp gidecek miyim buralardan. İntihardan korkup kaçmak mı yoksa yaşamaktan korkup intiharla farklı bir evrene kaçmak mı?
Son paramı sokağın ortasında yazı diye bağırarak attım. Demir parçası yere düştü, döndü, ses çıkardı ve yazı gelmişti. Saatlerce o yerdeki paraya bakakalmıştım aklımdan şimdi ne yapıcam diye düşünürken. Aklıma ilk evdekilerden intikam alma fikri geldi. Eve geçtim kimse yoktu babamın kendi silahını aldım. Pazar günü olduğundan hepsi beraber dışarıda yemek yemeye gitmişlerdi. Koltuğa oturup sigara içerken eve gelmelerini bekledim. Saat on gibi gelebilmişlerdi hepsinin bana baktıklarını sanıyordum elimdeki silahı unutmuştum bile. Derin bir nefes aldıktan sonra silahı onlara uzattım hepsi korkmuştu beni ikna etmeye çalışırken avazları çıktığı kadar bağırıyorlardı, duygu sömürüsü de cabası. Onlara tek kelime etmeden uzun uzun bakarken sağ gözümden tek bir damla düşmüştü o an aklıma gelen ilk şeyi yaptım pişman olmak yerine pişman etmek. Silahı kendime çevirdim ve tekrar düşünmeden tetiğe bastım. Tekrar düşünürsem yine vazgeçecektim. Ki artık başka şansım yoktu ya onlar ya ben. Ya onları pişman edecektim ya da kendimi demir parmaklıklara bilmiyorum. Bildiğim tek şey artık o köprüden geçemeyecektim.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Turuncu Yazar

Written by Serdar

Bir cevap yazın