in

Zavallı Şair

Bir pazar günü,

Güneş henüz düşmeden,

Pencereden bakıldığında,

Buğday tarlaları yoktu.

Maviye yakın sürülmüş duvarlara.

Ve de soğuk bir odada.

Batıyla doğu arasında bir şehir.

Kuzeye bakan dağın yamaçlarında,

Kiraz bahçeleri henüz çiçek açmamıştı.

Velhasıl, zayıf ve bitkin di şair doğduğunda.

Henüz kırlangıçlar gelmemiş,

Boştu elektrik telleri.

Toprak nadasa ayrılmış,

Bacalar hala kirletiyordu gökyüzünü.

Meşe ağaçlarıyla yanan soba,

Anne kucağından sonra hissetiği ilk sıcakıltı.

Dört duvar iki beton arası.

Bir gün önce yağan kar.

Avlusunda duvarları çatlatan dut ağacı.

Babasıyla henüz tanışmadı.

Fakirdi şair, çok fakir.

Babası başka bir şehirde.

Tezgâhını topluyor dönüş yoluna.

Eskimiş parşömenden bir kadının sesi.

“A’raf 54”

O gece, 7 yi 8 e bağlar,

Rüzgar hafif karayel idi.

Dört güne ay dolunay.

Sokağa açılan kapının karşısı,

Saksılarla sıralanmış menekşe.

O boynu bükük, kardelenin aşığı.

Yarım kalan sözün sahibi.

Her ne kadar uzaksada aşığına.

Onun da rengi aynı idi.

Şaire mor bir elbise giydirilmişti o gün.

Kim bilebilir di ki,

Kader aynı kapıyı çalacak.

Tam otuz yıl sonra yine aynı gün.

7 ocak 2020.

Rüzgar yine karayel.

Et ve kemiği titretiyordu.

Ay 4 gün öncesi.

İki şey aynı değildi,

Gün salı, şair ise zengin idi.

Menekşelerin orada bu sefer şair oturuyordu.

Mutsuzdu şair.

Yarım bırakmıştı sevgilisini.

Harabelere çevirmiş,

Enkazlar altında kalmış.

Karlar yağdığında açmayan hercai gibi.

Utanıyordu şair kendinden,

Cesaret edememiş,

Doğduğu topraklara geri dönmüştü.

Zavallı şair, bir yudum daha aldı şarabından.

Ve kapadı gözlerini.

Sordu o an kendine.

Neden geçmiş yarım bırakılan onlarca hayatla dolu?

What do you think?

1 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Şeref Uygun

Bir cevap yazın