in

Ömrümün en güzel masalı

Aşk üzerine yapılmış bütün Türk filmlerini ezbere bilirim ben. Hele “Al Yazmalım, Selvi Boylum”. Bütün replikler aklımdadır. Hele Türkan Şoray’ın kamyonun yanında aşık olduğu adamla sevdiği adam arasında kalması ve orada düşünmesi sevgi üzerine… Ne unutulmaz, ne muhteşem bir aşk sahnesi. Bizim aşklarımız benzemez öyle yabancı sinema aşklarına. Bizde tutku değil, sadakat ön plandadır çünkü. “Aşk neydi?” sorusunu biz yürek çarpması olarak cevaplamayız hiç, bizim için aşk emekti, dostluktu, sıcak bir sarılmaydı hep…

Ben onunla hiçbir Türk filminde görmediğim sahnelerle tanıştım. Bir deniz kenarındaydı, yalnızdı, saçı sakalı bir birine karışmış, yalnızdı, mutsuzdu. Çok sevdiğim yorgun ve hüzünlü yeşil gözleri vardı. Onu bir deniz kenarında sessiz ve kimsesiz buldum ben. Buldum diyorum, çünkü onun gerçekten uzun zamandır kaybolmuş gibi bir hali ve yalnızlığı vardı.

 Sımsıcak baktı bana, bakışlarındaki dostluğu, güveni, samimiyeti yüreğime kadar işlemişti. Bütün aşk romanlarının az buçuk tanığıydım ben ve sonu hüsranla biten bütün masallara da aşina.

 Önce balık tutmayı öğretti bana. Denizin kenarında oturup saatlerce konuşurduk. Sabahın en erken saatlerinde elimde oltam yanında hazır olda beklerdim. Önceleri onunla susmayı öğrendim, sonra o benimle konuşmayı. Ben durmadan konuşur, edebiyattan, romanlardan, geceden, yalnızlıktan her şeyden ama her şeyden konuşurdum. Susmak nedir bilmezdi yüreğim, susarsam derin bir kuyuda ellerimden kayacakmış gibi hisseder, susmadan saatlerce konuşurdum, dinlerdi beni. Sonra anladım ki o da bir sese, bir nefese hasret beklermiş beni.

 Aklaşmış sakalları vardı, bilirsiniz hani şu Türk filmlerinde Cüneyt Arkın’ın terk edildiğinde bıraktığı türden. Çok yakışırdı yüzüne, binlerce düş görürdüm ben onun yaşadıkları hakkında. Masallar uydururdum terk edilişi üzerine. Sormazdım, anlatmazdı. Bir şey söylemem lazım, ama sussam anlamaz mısın, derdi sık sık. Ben anlardım. Söylenmemiş her söz devleşirdi gözümde. Hiçbir zaman açılmayacak mühürlü mektuplar olurdu suskunluklar.

 Sonra bir gün, bir gece elimi tuttu. Ben yüreğimin yerinden çıkacağını zannettim ve daha önce hiçbir Türk filminde görmediğim kadar romantik, hiçbir romanda okumadığım kadar güzel “Canım” dedi bana. O zamana kadar yazılmış şiirler anlamını yitirdi gözümde. Ben insanın mutlu olduğunda ama gerçekten mutluluk yüreğinden taştığında ağladığını o zaman anladım. Aşk bu muydu? Dünyayı bir türlü yerine oturtamıyordum. Her şeye gökyüzünden bakıyormuş gibi, söylenenleri duymuyor, duyduklarıma bir anlam veremiyordum. Gözlerimde bir alev yanıyordu. Saatlerce yürürdük sahilde, onunlayken kim olduğumu bile unuturdum, aşk olurdum yalnızca. Küçük bir çocuğa alınan bayramlık elbiseler gibiydi aşk. Umut dolu, mutluluk dolu… Coşkun bir şelale boşanırdı yüreğimden. İçimde yıllardır biriktirdiğim bütün karlar aynı baharla erimişti.

Tanışmamızın üzerinden on sene geçmiş. Ben onunla aşkın yürek çarpıntısı olduğunu anladım ama o sevgiyi bana ve çocuklarımıza verdiği emekle de kanıtladı. Yıllar sonra aynı deniz kenarına gittik, sanki bir rüya görüyor gibiydim ve sanki yaşadıklarım gerçek değilmiş gibi. Ruhumda ilk günün heyecanın duydum yeniden.  Onu sevmek “Mutlu Aşk Yoktur” dizelerine inat mutlulukla sevmek ne güzel, ne ümitli şeydi.

 Not: Aslında ben yazdığımı bütün masallara bir isim bulma konusunda hiçbir problem yaşamam. Ama “ömrümün en güzel masalı”na bir isim bulamadım. Belki de adı bu olmalı…

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by Özlem Demiralev

Özlem Demiralev 20 Temmuz 1974 yılında Mersin’de doğdu.
Lisede “Bankacılık” bölümü okuyunca rakamlardan ve sayılardan o kadar çok nefret eder ki Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanınca bir daha para çekmek için bile bankaya uğramayan Demiralev, mezun olur olmaz Epsilon yayınevinde düzeltmen olarak işe başlar. Daha sonrasında başvurduğu öğretmenlik hayatına Kırşehir’de başlar.
Bütün bunların dışında Demiralev bir eş ve annedir. Deniz ve Öykü isimli hayatının ışığı, anlamı ve gayesi olan iki harika çocuğu vardır.
“Yazmak bir büyüdür benim için. Hayallere dalmak ve bu hayali okuyucuyla buluşturmak. Yazınca acılarımdan, günahlarımdan ve hatta içimden taşan mutluluktan arınıyorum. İnsanların içine karışabiliyorum ve yaşama gülümsüyorum.”

Bir cevap yazın