in

14.22

Orada oturmuş bekliyor. Tam karşı caddede bir levhada dijital bir saat yanıp sönüyor. Zaman sanki yeterince can sıkıcı değilmiş gibi, iyice gözüne sokuyorlar insanın. Sürekli saate bakmak zorunda kalınca kaç olduğunu umursamamaya başlıyor. Ama biliyor. Saat: 14.22

Adam ona doğru yürüyor. Kadın adamın geldiğini görmüyor, saate bakıyor, saati de görmüyor. Bir şey görmüyor, sigara içiyor. Sigarayı ne güzel içiyor kadın. Kadınlar sigarayı hayatın özünü emer gibi içiyorlar.*

Adam gelince gülümsüyor, geldiği için memnun olduğunu belli ediyor. Önce konuşamayacak gibi hissediyor, o ilk çekingenliklerin ne kadar tatlı* olduğunu okuduğu paragraf aklına gelince rahatlıyor.

“Tramvay, resmî bir araç geçtiği için bekleme yaptı, geciktim,” diyor adam. “Tramvayın durmasından değil de hareket edişinden şikâyet ediyorum ben hep, tutunacak bir yer olmayınca düşecek gibi hissediyorum, aslında düşecek bir yer de olmuyor ama…”

Adam gülüyor. Kadın ona eşlik edecekken tutamak sorunu* geliyor aklına, keyfi kaçıyor. Üstüne üstlük utanmadan adama da yansıtıyor bunu.

“Hadi, tramvayda tutunamadın, düşsen bile bir sorun olmaz. Ama hayattaki tutamak sorunu kaç tane yüksek mühendisi* canından etmiştir hiç düşündün mü?”

Adam şaşırıyor. Kadının yine gözleri doluyor. İnsanların şaşırmasını istemiyor artık. Anlamalarını istiyor. Aradan zaman geçiyor, kadın saate bakıyor, ama görmüyor. Yanıp sönen levhaya daldığı bir an adam konuşmaya başlıyor. Adam konuşmasına başlarken, o da bir sigara çıkarıyor.

“Ben senin yerinde olsam, kendimle gurur duyardım. Mükemmel resim çiziyorsun, çoğu kişide olmayan bir yetenek var sende.”

“Yapma,” diye düşünüyor kadın. Düşünürken eli çakmakta, gözü sigaranın ucunda, yakamadan bir süre kalıyor. Düşünürken öyle yorulmuş ki ikinci bir iş yapamıyor; mesela çakmağı çakamıyor. “Yapma, beni mutlu etmek için, belki ağır olacak, bana yaranmak için yeteneklerimden bahsetme. Bahsedeceksen bile onlarla gurur duymamı bekleme. Aklı başında hiç kimse yeteneği var diye gururlanmaz.*”

Kadın kendi içinde adamla tartışırken, adam devam ediyor:

“Arkadaşların var, bir sürü.”

Kadın önce tutmaya çalışıyor, sonra kahkahayı patlatıyor.

“Ne oldu?” diyor adam gülerek.

İnsanlar karşılarındaki insanın neye güldüklerini bilmeseler bile gülebilirler. Neye ağladıklarını bilmeden ağlayabilirler. Ve uykuları gelmese dahi esnerler. Çok farklı zannettiğimiz hayatlarımız sanki aynı. Karşımızdakini anlamadan tekrar etmeye bayılıyoruz. Hiçbir şey bilmiyoruz ama anlamış gibi kafa sallıyoruz. Ya da biliyoruz ama anlamıyoruz. Bilmekle anlamak arasında, ölümle hayat arasındaki kadar fark var. Bir de böyle cümleler kurmayı çok seviyoruz. Ama bu benim değil, adamla kadının hikâyesi. Bir dakika.

“Aklıma komik bir cümle geldi: ‘arkadaş dediğin bir avuç hergeleden başka bir şey değildir!*” Kadın gülmeye devam ederken, adamın yüzündeki gülücük donuyor, yavaş yavaş sönüp gidiyor. Adam sanki hiç gülmemiş gibi oluyor birdenbire. Sanki hayatında bir kez bile gülmemiş gibi.

İnsan acı çekiyor, sanki hiç mutlu olmamış gibi hissediyor.

İnsan terk ediyor, sanki hiç sevmemiş gibi hissediyor.

İnsan bir güne baş ağrısıyla uyanıyor, baş ağrısız bir güne başlamanın ne demek olduğunu hayal edemiyor.

Kadın adama bakıyor. Saate bakıyor.

Bu sefer saati görüyor: 14.22

Adam ona doğru yürüyor.

*Barış Bıçakçı- Seyrek Yağmur

*Oğuz Atay- Tutunamayanlar

*Yusuf Atılgan- Aylak Adam

*Oğuz Atay- Selim Işık karakteri

*Harper Lee- Bülbülü Öldürmek

*Gabriel Garcia Marquez- Yüzyıllık Yalnızlık

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Elif Daşkaya

Bir cevap yazın