in

Düşündüğünün Üstüne Düşünebilen İnsan

Uyandım, etrafıma bakındım. Başta neler olduğunu anlayamadım. Geçmişimi hatırlayamadım, yeni doğmuş bir bebek gibi hissettim kendimi. Yürümeye başladım. Yürüdüm, yürüdükçe yürüdüm, çünkü yapabildiğim tek şey buydu. Biraz daha ilerledim. Ardından, karşıma bir melek çıktı.

‘’Öldünüz. Lütfen beni takip edin,’’ dedi.

Haklıydı melek, ben ölmüştüm. Ne diyeceğimi bilemedim, onu takip etmeye koyuldum. Takip ederken, nasıl öldüğümü hatırladım.

Her hafta sonu yaptığım gibi evime yakın olan deniz kıyısına yine martı avlamak için gitmiştim. Normalde her gidişimde, dört ya da beş tane martı avlardım. Ama o gün şansım yaver gitmemişti, sadece bir tane avlayabilmiştim. Martıyı koleksiyonuma katmak için evime geri dönerken, kıyıya vurmuş bir denizanası görmüştüm. Lanet olası yaratığın öldüğünü sanmıştım. Onu geri denize fırlatmak için elime alacaktım. Ancak ona dokunur dokunmaz beni soktu. Çevremde kimseyi bulamamıştım, beş dakika boyunca acı çektim ve sonunda öldüm.

Yürürken meleğe, ‘’Beni cehenneme mi götürüyorsun?’’ diye sordum, çünkü her insan gibi ben de bazı günahlar işlemiştim ve açıkçası, yanmaktan öyle korkuyordum ki neredeyse ağlamak üzereydim.

‘’Sen zaten oradan geliyorsun,’’ dedi.

Şaşırdım ve rahatladım. Önce, cehenneme gittiğimi hatırlamadığımı söyleyecektim, ama biraz düşününce, herhalde orada çektiğim acılar unutturulmuştur, diye düşündüm. Ne de olsa çekeceğimi çekmiştim. Hatırlamamın bir manası yoktu.

Birkaç dakika daha yürüdükten sonra ışıl ışıl parlayan bir yere getirdi beni melek. Karşımda hafifçe aralanmış büyük bir kapı duruyordu. Aralıktan gelen ışık, resmen beni çağırıyordu. Meleğe dönüp baktım, eliyle kapıdaki aralıktan gelen ışığı işaret etti. Sanırım beni cennete getirmişti.

Merakla, ‘’Burası cennet mi?’’ diye sordum.

‘’Hayır. Burada, iyilik seviyeni ölçeceğiz, ona göre de, seni cennete göndereceğiz. Eğer iyilik seviyen yetmezse, seni geri cehenneme postalayacağız.’’

Tam iyilik seviyemin yetmesi için dua etmeye başlayacaktım ki, bunun bir anlamı olmayacağını fark ettim. Burada patron Tanrıydı, oysa ki dünyada, patronun her zaman ben olduğumu sanırdım.

Bir adım ileriye gider gitmez, kapı tümüyle açıldı ve yüzüme vuran ışık, gözlerimi kamaştırdı. Gözlerimi kısarak içeri girdim. Işığa alışınca, çok şaşırdım, çünkü karşımda bir grup hayvan gördüm. Sadece insanların ruhları vardır sanıyordum. Hayvanlar kendi aralarında toplanmış, bir şeyler konuşuyor gibiydiler. Grup olmuş hayvanların daha da ilerisinde, yüzlerce, belki de binlerce farklı türden canlının insanlarla aynı sıraya girdiğini gördüm.

Meleğe, ’’Bu hayvanlar için ayrı bir cennet olmalı, öyle değil mi?’’ diye sordum.

‘’Neden olsun ki?’’ diye cevap verdi. ‘’Hepiniz aynı yere gideceksiniz. Tabii ki gidebilirseniz…’’

İtiraz etmek üzereydim ki, bana, çenemi kapatıp, sıraya girmemi emretti. Bir melekten çok, bir koğuş gardiyanı gibiydi.

Sıraya girmek için grup olmuş hayvanların yanlarından geçerken, öldürdüğüm martının ve beni öldüren denizanasının da orada olduğunu gördüm. Ama işin daha ilginç yanı, kendi aralarında, benimle aynı dili konuşuyorlardı. Şaşkınlığımdan resmen donup kaldım. Bir süre sonra denizanası beni fark etti.

‘’Vay vay vay… Kimler gelmiş böyle.’’ dedi

Ardından diğer tüm hayvanlar dönüp bana baktı. Öldürdüğüm martı bana çok kızgındı; bunu bakışlarından anlayabiliyordum.

Şaşkın bir şekilde, ‘’S-s-s-sizin burada ne işiniz var?’’ dedim.

‘’Ne işimiz mi var?!’’ dedi martı, kızgın bir şekilde. ‘’Bizleri buraya, sen ve senin gibiler gönderdi…’’

‘’Peki, ama nasıl benimle aynı dili konuşabiliyorsunuz?’’

Denizanası, grubun bilgini ve lideriymiş gibi öne çıkıp, ‘’Burada mantığa meydan okuyabilirsin,’’ dedi ve ardından uçmaya başladı. ‘’Bak, gördün mü? Cennete girdiğimizde daha fazlasını da yapabileceğiz.’’

‘’Ama siz hayvansınız. Sizin aklınız yo…’’ derken, martı sözümü kesti.

‘’Seni zavallı insan. Dünyada hiçbir şeyin farkına varmadın, bizleri ezip durdun, kendini üstün gördün. Ama burada bize posta koyamazsın!’’ dedi.

Denizanası, martıya sakin olmasını söyleyip, söze başladı, ‘’Doğada her birimizin bir özelliği var. Biz bir bütünüz ama senin o fazla gelişmiş aklın, bunun farkına varamadı.’’

Ben ağzımı açamadan, denizanasının ve martının yanındaki diğer hayvanlar tek tek söze başladılar.

Fil, ‘’Hava fazla ısındığında, serinlemek için her şeyi yaparsın sen, zavallı insan. Peki, benim gibi kulaklarını çırpıp, kendini serinletebilir misin? Yapamazsın, çünkü ben böyle evrimleştim!’’ dedi.

Deve, ’’Peki, suya hasret olan sen, zavallı insan, aylarca su içmeden benim gibi dayanabilir misin? Dayanamazsın! Sen vücudundaki suyun %12’sini kaybetsen hemen ölürsün. Ben ise %40’ını kaybetsem dahi ölmem, çünkü ben böyle evrimleştim!’’ dedi.

Dev bir galapagos kaplumbağası, filin bacaklarının arasından öne çıkıp, ‘’Açlığından yamyama dönüşüp, kafayı sıyırabilecek olan sen, zavallı insan, benim gibi neredeyse bir yıl bir şey yemeden durabilir misin? Duramazsın! Çünkü ben de böyle ayak uydurdum doğaya,’’ dedi oldukça yaşlı bir ses tonuyla.

Ve martı, ‘’ Zavallıların zavallısı olan sen, trafikten bunalıp, sinirlenen, kendi türüne hakaretler savuran, kavga çıkaran, katil olan sen, benim gibi özgürce uçabilir misin?’’ dedi.

Yunus, ‘’Emin ol, benim de seninki gibi ellerim, ayaklarım olsaydı eğer, ben de bir şeyler icat edebilirdim,’’ dedi kıskançlıkla.

Bu hayvanlara ne diyeceğimi düşünürken, denizanası,

‘’Peki, söyle bize insan, senin özelliğin nedir?’’ diye sordu.

Ve düşündüm. Düşündüm, düşündüm, düşündükçe düşündüm.

Ben bir cevap ararken, martı öne çıkıp,‘’Gördünüz mü? Size daha öncede söylemiştim,’’ dedi. ‘’İnsanlar böyledir; gözlerinin önündekileri göremezler, her şeyin önemini çok geç olduktan sonra anlarlar. Doğanın dengesini bozar ve üstüne üstlük bunu kabul etmezler, kendilerini diğer canlılardan üstün görürler. Küresel ısınma sürecini hızlandırdılar, Dünyamızı cehenneme çevirdiler. Sayelerinde artık, yeni nesil öldükten sonra cehenneme gitmek zorunda kalmıyor, çünkü zaten orada doğuyorlar! Ve şu zavallı insana da bir bakın, hâlâ düşünüyor aptal. Senin özelliğin düşünebiliyor olman aptal herif! Sen düşündüğünün üstüne düşünebiliyorsun!’’

‘’Ama neyse ki her insan onun gibi değil, sakinleş biraz,’’ dedi denizanası martıya. ‘’Hâlâ umut var. Yaşam her zaman bir yolunu bulacaktır ve bunun farkında olup, inanması güç olsa da, hayatın sürdürebilirliği için çabalayan insanlar var. Onlar düşündüklerinin üstüne düşünebiliyorlar, bunun farkında olmayan da, zaten boşa yaşayıp boşa gidiyor. Hayat onlar için bir şey ifade etmiyor.

Haklıydılar, ben boşa yaşamış, üstüne üstlük beraberimde başka hayatları da yok etmiştim. Diyecek tek bir söz bile bulamamıştım, bir şey dememe gerek kalmadan da, arkalarını dönüp, sıraya doğru gitmeye başladılar.

Martı filin sırtına çıkıp, dönüp bana baktı ve ‘’Cehennemde bir kaya olman dileği ile hoşça kal zavallı,’’ dedi.

Ardından melek, kolumdan sertçe tutup, beni cehenneme doğru götürmeye başladı.

What do you think?

1 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Ardakan Coşkun

Bir cevap yazın