in

9 dünya klasiği ve edebiyat

Edebiyat, edeb kelimesinden türeyen, bünyesinde hayayı, kaçınmayı, gizlenmeyi barındıran, kelimelerle hemhal olup kendimizi yitirmeyi umduğumuz bir kelime. Bir düş, uçsuz bucaksız bir derya. Edebiyat bu adı üstünde, toplumdan tutun da coğrafyaya, psikolojiye, tıbba, müziğe, şiire, tarihe değin uzanan bir gökkuşağı. İçinde acı da, sevinç de olan bir duygular harmonisi. Dünya edebiyatının klasikleşen yapıtlarına bir de bu gözden bakalım.

İşte size en güzel konulu edebi romanlar ve kısaca içerikleri. Bu defa dünya edebiyatından.

GOETHE/ FAUST:

Eserde insanın iyi yaratıldığını, kötü şeyler yapsa da sonun-da mutluluğu yakalayacağını söyleyen Tanrı ile bunun tersini savunan Mefistofeles iddiaya girer. Bunun için bütün bilimleri araştırmış, kendisini büyüye vermiş Faust’u seçerler. Umduğunu bulamadığı için intiharın eşiğine kadar gelen Faust’a Mefistofeles kendisini tanıtır ve onunla da iddiaya girer. Faust’u içinde bulunduğu bunalımlı hayattan alıp değişik dünyalara sürükleyen Mefistofeles sonunda iddiayı kazanmıştır.

TOLSTOY/ SAVAŞ VE BARIŞ.

Zamanın Rusya’sını iyisiyle kötüsüyle anlatan bir eser. İnsanın olduğu yerde eksik olmayan aşk, hırs, iyilik ve düşmanlık ve entrika. Bir yanda ne için yapıldığı bir türlü bilinmeyen ve onca insanın ölmesine sebep olan savaşlar; diğer yanda “barış”ın küçük bir sınıfın daimi kaderi oluşu. Savaşta da barışta da dürüstlüğü ilke edinmiş kahramanlar… Hep aykırı bir tip olan Piyer Bezukof ve onun şahsında iyiliğin üstünlüğü… Kadınların genel konumları ve çıkar çevrelerinin ince hesapları. “kanlı sargılar içindeki bütün bu bozuk insan etleri…” cümlesiyle özetleyebileceğimiz Savaş, balolar, partilerle süslenen barış… Kısacası; Strakof’un deyimiyle “Hayatın, zamanın Rusya’sının, tarihin, sınıf kavgalarının olağan üstü bir tablosu; insana in-sanlığa ait ne varsa; insanın mutluluğunun ve büyüklüğünün; felaketinin ve küçüklüğünün anlatıldığı bir eserdir Savaş ve Barış.

DOSTOYEVSKİ/ SUÇ VE CEZA:

Kötülüğü ve kötülük sonucu insan vicdanın yaşadığı azapların her türlü hukuki cezadan daha etkin olduğunu anlatan, Dostoyevski’nin büyük eseri… Toplumdaki çarpık adalet anlayışını Raskolnikov karakteriyle irdeleyen Dostoyevski; kötülüğü ve kötülük sonucu insan vicdanının yaşadığı azapların her türlü hukuki cezadan daha etkin olduğunu ileri sürer. Raskolnikov’un öyküsü aslında biraz da her insan içinde var olan gizli bir yanının öyküsüdür.

BALZAC/ GORİOT BABA:

Altmış dokuz yaşlarında bir ihtiyar olan Goriot Baba 1813′ te iş hayatını bıraktıktan sonra Madam Vauquer’in pansiyonuna çekilmişti. İlk önce şimdi Madam Couture tarafından işgal edilen tutmuş ve beş liranın eksikliği veya fazlalığı kendisi için hiçbir önem arz etmeyen bir adam sıfatıyla bin iki yüz frank pansiyon parası vermeye başlamıştı. Madam Vaupuer bu apartmanın üç odasına peşin alınmış bir para mukabilinde çeki düzen vermiş ve bu para sarı bez perdelerden, Utrecht kadifesiyle örtülü cilâlı tahta koltuklardan, çirişle yapıştırılmış birkaç resimle şehir civarındaki meyhanelerin beğenip kabul etme-dikleri duvar kâğıtlarından mürekkepli kötü bir takımı güya ki kapamıştı. O zamanlar hürmetle Mösyö Goriot diye anılan Goriot Baba kötüye kullanılmaya müsait cömertliği yüzünden zamanla sıfırı tüketmiş, bu işten anlamaz bir sersem olarak görülmeye başlanmıştı…

FLAUBERT/ MADAM BOVARY

19. yüzyıl romanının en başarılı örneklerinden birisidir Madam Bovary. Hem ele aldığı konu, hem de Flaubert’in üslubudur metni çarpıcı kılan. Anlatılan, Emma Bovary’nin trajik hayat hikayesi ve karşılıksız aşkları gibi görünmekle birlikte Flaubert, Emma’ nın şahsında, 19. yüzyıl Fransız kadınının kıstırılmış hayatını, evlilik müessesesinin insan doğasına aykırılığını, toplumsal değer yargılarının ve ahlak anlayışının iki-yüzlülüğünü ele alır. Emma Bovary, okuduğu romanların etki-siye aristokrasiye ve büyük burjuvaziye hayranlık duyan, aristokrasinin bir parçası olmayı hayal eden ve buna ulaşmak için, çabalayan, bu sınıfa giremese de, en azından onlara yakın olmayı arzulayan bir kadındır. İçten yapılmış bir pazarlık değildir onunkisi ama bir üst sınıfa dahil olabilmesinin tek yolunu o sınıftan erkeklerle birlikte olmakta bulmuştur. Pasif, silik, Emma’nın isteklerini karşılamaktan uzak biri olan Charles ise karısının hırsı nedeniyle felakete sürüklenir.

EMİLE ZOLA/ MEYHANE

Kendi Yorumuyla  ‘Meyhane bir gazetede yayınlandığı zaman görülmemiş bir insafsızlıkla saldırıya uğradı, mimlendi, kendi-sine yakıştırılmayan suç kalmadı. Yazar olarak benimsediğim amaçları burada iki satır içinde açıklamak gerekli mi, bilmem. Kenar semtlerimizin kokuşmuş ortamında bir işçi ailesinin kaçınılmaz düşüşünü tasvir etmek istedim. İçkinin ve aylaklığın sonu, aile bağlarının çözülümüne, fuhuşun pisliklerine, dürüstlük duygusunun giderek yitirilmesine, sonuç olarak da yüz karası bir rezillik ve ölüme varıyor. Sadece eylemsel bir ahlak dersidir bu kitap.’

STENDHAL/ KIRMIZI VE SİYAH

Stedhal’in yaşanmış bir ya da iki olayı birleştirerek kaleme aldığı bu romanın başkahramanı Julien Sorel’in yazar ile bir-çok yönden örtüştüğü ileri sürülür. Orta sınıftan bir genç olan Julien, papaz okuluna devam ederken çocuklarına ders verdiği belediye başkanının karısı ile dedikodulara yol açan bir ilişki kurar. Paris’e gider. Orada da kendine kapılarını açan aristokrat bir ailenin kızı ile yaşadığı aşk, onu hayatın girdaplarına sürükleyecektir. Gururlu, kibirli, asi, ödünsüz bu genç adam, kendi bireysel değerleri soylu sınıfın değer yargılarına çarptıkça geri püskürtülür. Hastalıklı gibi görünen psikolojisi, bel-ki de toplumsal yarılmışlıklara bir isyandır. Hayatı, yanından ayırmadığı iki bavuluna sıkıştırmış, ömrünün son yıllarını küçük bir İtalyan kentinde konsolosluk görevinden aldığı üç beş kuruşla sürdürmek zorunda kalmış Henri Beyle (Stendhal), aynen Julien Sorel gibi ödünsüz, aşkı, ömür boyu aşkı aramış, kendini kabul ettirmek istemiş ve hep yalnız kalmış, istediği, düşündüğü gibi değil, yaşayabildiği gibi yaşamıştı.

VİCTOR HUGO/ SEFİLLER

19 sene süren pranga mahkûmiyetinden sonra şartlı olarak tahliye edilen Jean Valjean, toplumdan dışlandığını görür. Sadece Digne piskoposu kendisine iyi davranır; buna karşın zorlu acı yıllar geçiren Valjean piskoposun bazı gümüş eşyaları çalarak ona ihanet eder. Valjean polis tarafından yakalanır ve geri getirilir. Piskoposun kendisini kurtarmak için yalan söylemesi ve buna ek olarak iki değerli şamdan hediye etmesi Valjean’ı çok şaşırtır. Böylece Valjean hayatına yeni bir başlangıç yapmaya karar verir. İyi bir insan olur. Zengin olup fakirlere yardım eder. Fakat aldığı mahkûmiyetten dolayı yemiş olduğu damga her yerde karşısına çıkar.

JOHN STEİNBECK/ FARELER VE İNSANLAR

George ve Lennie çiftliklerde dolaşarak işçilik eden iki arkadaştır. George ve Lennie iki zıt kutup oldukları halde aralarında büyük bir dostluk vardır. George akıllıdır, işini bilir. Tabiatı sever. Lennie ise dev kuvvetine sahiptir. Fakat ruhen çocuktur. Bu ikisi Soledad kasabasının çiftliğinden bir iş haberi alırlar ve hemen giderler. Çiftliğin sahibi Curley’dir ve onun da yeni evlendiği karısıyla başı derttedir. Çiftlikte oynaşmadığı adam kalmadığı gibi gözünü George ve Lennie’ye de dikmiştir. Birgün Lennie’nin yanına Curley’nin karısı gelir. Lennie, kadınla biraz konuştuktan sonra kadın “Benim saçım da yumuşaktır saçımı okşa” demiştir. Lennie tuttuğu saçı bırakmadığı için kadın korkuya kapıldığı için çığlıklar atar. Buna sinirlenerek Lennie, kadının ağzını kapatarak öldürür ve kaçar. Çiftlikteki herkes başta Lennie’yi aramaya çıkarlar. George, Lennie’yi saklandığı yerde bulur. Silahla bir el ateş ederek öldürür. Curley ve çalışanlar yanlarına geldiklerinde Lennie çoktan ölmüştür. Ne yaptığını bilemeyen George olayın etkisinden kurtulamaz ve teselli için Slim’le birlikte olay yerinden uzaklaşır.

Dünya klasiklerinden derlediğimiz bu kısa roman tahlillerinin devamı da en kısa sürede sayfalarda buluşacaktır.

What do you think?

1 Beğeni
Upvote Downvote
Sarı Yazar

Written by Raziye Sayaslan

Bir cevap yazın