in

Kurguyla hakikat eşiğinde: Nar Ağacı

Geçmişe yolculuk denildiğinde, aklımıza ilk gelen şey nedense zamanda geriye gitmek ve yolculuk yapmak olur. Zamanda yolculuğun soyut bakımdan mümkün olduğunu, bu uğurda sayısız çalışmaların yapıldığını ise hepimiz bilmekteyiz.

Mazide bırakmak istediğimiz pek çok şeyi hafızamızda yitirmek, biz insanların en çok arzuladığı şey değil midir? İşte bu şaheser nitelikte bir kitap olan Nar Ağacı’nda, geçmişe yolculuğu isteyen bir kahramanla karşılaşıyoruz. Yazarın kendisiyle, edebiyat profesörü Nazan Bekiroğlu ile! Kısa bir tahlil yapmak arzusuyla başlayalım.

Kitap son derece soyut bir dile sahip Bekiroğlu’nun, kendisiyle özdeşleştirdiği ilk kahramanla başlıyor. Ancak bu defa kitabın dili soyutluktan çok hakikat perdesini aralamaya çalışan bir anlatımda, öyle süslü sözcüklere rastlamıyoruz. 6 şehir hattı içinde geçen, (Trabzon-Tebriz-Tiflis- Batum-Bakü-İstanbul) Balkan Harbi yıllarına uzanıp I. Dünya Savaşı’nda soluklanan bir kitap. Biri Trabzon birisi Tebriz doğumlu kahramanlarımızın, -ki sevgili yazarımızın anneannesi ve dedesi oluyorlar- birbirlerine yol alan hikayelerini konu ediniyor. Zehra ve Settarhan’ın önce başka aşklarla başlayıp gitgide birbirlerine yaklaşmaları ise güzel bir silsileler ağı. Muhacirliğin, savaşın, kanın içinde yaşamaya çabalayan genç bir kız Zehra, Büyükhanım ve Hacıbey ile, kardeşi İsmail de… Hayatının ilk aşkını memleketinde, sonradan Balkan Harbi’nde şehit düşecek resim öğretmeni Celil Hikmet ile tatmış. Sevdasına kavuşamamış, tehcir sonunda vatanından uzak düşmüş. Keza can parçası İsmail de, Kırık Kafiye’nin bahtsız üstadı.

Bambaşka bir kültürle beslenen, gözü kara diğer kahramanımız Settarhan ise bir halı taciri, babasının işlerini kervanlarla yürüten… Amca kızı, halı dokumacısı körpe Azam’a en başından  vurgun, deli gibi aşık. Ancak Mecusi bir adamın oğlu Piruz’la dostluğu, aşkının en kara günlerini yaşatmış. Dostu Piruz, İran göğü kadar mavi gözlü Piruz; Tebriz çölü kadar sıcak Settarhan’ın aşkına, dalgalı suları Azam’a kapılmış. Bu ihanet, onları Çiçek Hala’nın rüyalarına, Sehend dağının gölgesine, kuyumcu Kirkor Usta’ya götürmekte. Bağrında acıyla giden Settarhan Rus kızı Sofya ile tanışınca değişivermiş kaderi. Dostluktan öte ama aşktan bir adım geride bir bağla bağlanmış ona. Kaderin savurmasıyla da Trabzon’a düşmüş, Zehra’sının al oyalı yemenisine.

Romanda sadece aşk değil, yarım kalmışlıkların, mücadelenin, gözleri önünde ölümü görmüşlerin, savaşın kucağında yitip giden bebeklerin, fırtınalı Karadeniz’in, yakıcı Yezd güneşinin sesi var. Hafız’dan beyitlerle süslenmiş ara ara, bir meczupla siyaset anlatılmış. İsmail’in dilinden savaşın perde arkası, Şair Nigar Hanım’a değin uzanmış. İran kültürü, Türk örfüne karışmış. Efsaneler, birer halk masalı gibi yazılmış. Rüstem’in Afrasiyab’la mücadelesi, göz nuru Azeri ve Türk halıları ustalıkla dile getirilmiş. Aşk sadece bir duygu değil bu kitapta, yaşama tutunmanın, umut etmenin de adı ayrıca. Nazan Bekiroğlu’nun dili, kelimelerle efsaneler yaratmaya müsait, bu yüzden akıcı ve üslubu da benzersiz. Nar Ağacı’nın en göze çarpanı da bu aslında…

Okunması elzem kitaplardan birisi bu Nar Ağacı, hayattan soyutlanıp soluklanmaya değer bir kitap.

Sağlıcakla kalmalı.

What do you think?

2 Beğeni
Upvote Downvote
Sarı Yazar

Written by Raziye Sayaslan

Bir cevap yazın