in

Hayatın Tanımı

Hayata dair ilk tanımımı beş yaşındayken yaptım. Bağlamı, konuşmanın öncesini ve sonrasını hatırlamıyorum, hatıram boşlukta süzülen bir kesitten ibaret. Birisi bana hayatın ne olduğunu soruyor, ki hangi aklı selim insan beş yaşında bir çocuğa bunu sorar inanın ben de bilmiyorum ama o kesitte bilmiş bir şekilde cevap veriyorum: “Hayat bir yola benzer. Yolun kenarlarına büyük büyük hediye paketleri vardır. Bazısını açarsın bazısını, aç(a)mazsın. Bazıları güzeldir, bazıları kötüdür. Ama hepsi sürprizdir ve bu yolun bütününe hayat denir.” Muhtemelen o zaman bu kadar toplu ifade etmemişimdir ama aşağı yukarı buna benzer bir şeyler söylemiştim.

Aradan on üç yıl geçti, ki belki bu bir insan ömrü için çok uzun bir süre sayılmayabilir ama bahsettiğim sürenin benim yaşadığım zamanın %72’sine tekabül ettiğini düşünecek olursak üzerinden bayağı bir zaman geçmiş oluyor, bu tanımımda değişen çok şey olmadı.

Sadece bazı ufak şeyler ekleme gereği duyuyorum. Mesela benim kafamda sakince yürüdüğümüz o güneşli vadi gerçekte öyle değilmiş. Benim hayalimde üzerindeki insanlar güneşin tadını çıkararak, yavaş yavaş yürüyorlardı. Ama büyürken hayatın bir pazar öğleden sonrası yürüyüşü değil bir maraton olduğunu hissetmeye başladım.

Biz yürümüyoruz, koşuyoruz. Sürekli.

Beynimizi ‘otomatik pilota’ alıp bazen arzularımızın bazen hırslarımızın bazen de toplumsal beklentilerin gösterdiği yöne, diğer herkesle aynı hızda koşuyoruz.

İsteyerek yavaş koşan olursa yarışın dışında bırakıyoruz, sanki insanlara nasıl yaşayacaklarını söylemeye hakkımız varmış gibi. Farklı yoldan gitmeye çalışanları da deli diye yaftalıyoruz, aynı yolda yürümek zorundaymışız gibi!

Bu insanlık olarak içgüdüsel bir şekilde yaptığımız bir şey. Bizim gibi düşünmeyenleri toplumdan dışlayarak doğa tarafından yenmelerine izin veriyoruz kısaca.

Bir çeşit doğal olmayan seçilim.

Geriye ‘güçlüler’ kalıyor ve onların da kendi aralarında çiftleşmesiyle aynı hedefe yönelen ama neden yöneldiğini bilmeyen insanlar doğuyor, onlar modern toplumları oluşturuyor.

Mesela hepimiz bir şekilde aşık olmak istiyoruz. Neden olduğunu bilmemesine rağmen bir arabayı kovalayan köpekler gibi. Nereye gittiğimizi, ne kazanacağımızı bilmiyoruz. Sadece istiyoruz. Kırılacak kalplere, akacak gözyaşlarına razıyız bir şekilde. Bu konuda hepimiz mazoşist oluyoruz anlamadan. Duygusal mazoşist. Daha sade ifade etmek gerekirsek, ‘yaşamı kurallarına göre oynayan, kendisinden başkasını önemsemeyen ve hayatını zorunluluk gibi yaşayan bir insan.’ Böyle daha mı kompleks oldu bilemedim ama sanırım bir önemi de yok.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by Özge Gonca

Bir cevap yazın