in

Nisyan

Yine madden dolu, ama manen boş bir güne uyandım.  Günler, geceler akıp gidiyor ellerimden ve ben, yazık ki hayatımı ilerletemiyorum. Bunları sana yazdığımı bir bilseydin eğer sevdiğim, emin ol ilk fırsatta sorgulardın beni. 

Ben, önceden bir gün bile seni göremesem mahvolan ben, şimdi yokluğuna gitgide alışıyor gibiyim. Hasretin eskisi gibi canımı acıtmaz oldu, yüreğimde o hiç sönmeyeceğini sandığım sevda ateşin külleniyor ağırdan. Seni unutmaya çabaladım, evet itiraf ediyorum. Ama bu izahı bile zor şeyi yapmak cesaret ve taş kalplilik isterdi, bendeyse o cesaretin zerresi yok. Arafta öylece asılı kaldım, seni unutmaya çabalıyor ama yapamıyorum. Sanırım ben hep senin özleminle sınanacağım.

Üzerime son günlerde ağır bir hava çöktü, böyle uyku gibi ama uykuya benzemeyen, ara sıra derinlerimi acıtan bir his. Ruh gibi yaşıyorum. Gözaltlarım çöktü, tenim soğuk bir beyaza büründü. Üzerimdeki ölü toprağı gitsin diye saçlarımı boyadım. Yüzüm hep asık, gülmeyi unutuyorum artık. Daima seni düşünüyorum. Ama keşke kendime yalan söyleseydim, seni unuttuğumu kendime de itiraf edebilseydim. 

Ah sevgilim… Böyle yazarken nasıl da kolay geliyor sana cümleler değil mi? Oysa ben, buradaki her bir kelimeyi kendi acımdan katarak, gözyaşımla yıkayarak yazıyorum. Sen yoksun, ben yokum, biz yokuz. Gerçi biz diye de bir şey olmadı bu uzaktan, moda tabirle “platonik” aşkta. Senin haberin bile yok, benim içim kabuk bağlamış, sensizlikte kavruluyorum. Senin yokluğunda yoğun bir acı çekiyorum.

Çok şey yaptım aslında.  Seni unutmak, artık daha fazla acı çekmemek için çok şey yaptım. Gözlerini, o kölesi olduğum bakışlarını silmeye çalıştım hafızamdan, ve kokunu… Kokunu duymamaya çabaladım, ama bunun imkanı yoktu, zira senin kokunu içime çektiğim o ilk gün, anlamıştım bir daha benden gitmeyeceğini. İliklerime değin işleyen sesini ise unutmak mümkünler faslında kabil mi? Ne zaman gerilere atsam seni, hep bir şey olup çıktın karşıma. Bazen bir mısrada, bazen bir kitapçı sokağında, sokakta sesini duyduğum müzisyende, her gün önünden geçtiğim ceviz ağacının dalında; her şeyde yine karşıma çıktın. Çıkıp da darmadağın ettin beni, üstelik tam da unutmaya ramak kalmışken… Yapamadım.  İçimin engin vadilerinde büyüyordun.  Tıpkı bir çiçek gibi kök salmıştın, biliyordum yine o köklere nasıl sımsıkı bağlanacağımı, doğmamış umutları yeniden yeşerteceğimi, ama buna karşı da koyamıyordum. Yüreğimde bir sahil gibi kıyıya vuruyordun devamlı, “ben buradayım, ben buradayım” diyerek sürekli varlığını hatırlatıyordun. Aşk bende böyleyken seni unutmak, ah biliyorum, kahretsin biliyorum, yapacağım en anlamsız şeydi. Ben de unutamadım seni. Unutmaya yeltenmedim. Yine acıyacağımı bile bile yürüdüm sana. Yine senin için yaşamaya çalıştım. 

İnan bana, seni düşünmeden geçirdiğim tek bir günüm olmadı. Ben ki her şeyde seni görürken bunu nasıl yapabilirdim? Attila İlhan diyor ya hani o mısralarda: 

“Ben sana mecburum bilemezsin/Adını mıh gibi aklımda tutuyorum/Büyüdükçe büyüyor gözlerin/Ben sana mecburum bilemezsin…” 

Öylece tuttum seni hafızamda, gönlümde işte, dipdiri, ilk günkü gibi. Tutmasam ölürdüm. Tıpkı seni yazmasan ölecekmişim gibi. 

What do you think?

1 Beğeni
Upvote Downvote
Sarı Yazar

Written by Raziye Sayaslan

Bir cevap yazın