in ,

Sinema tarihine yön veren 10 yaratıcı kadın

1.) Agnes Varda

1

1958 yapımı “Diary of a Pregnant Women” filmi başta olmak üzere diğer birçok çalışmasında feminist bir bakış açısına sahip olan Agnes Varda, Fransız Yeni Dalganın önemli öncülerindendir. Varda’nın olayları algılayışı ve bunları perdeye yansıtma biçimi onu çağdaşları arasında bir adım öne çekmiştir. Fransız sinemacı Varda hayatını sinemaya adamış ve feminist düşünceyi eserlerinin merkezine yerleştirmiştir. Bugün 89 yaşında olmasına karşın enerjisinden hiçbir şey kaybetmemiş ve sinemadaki deneysel yönelimleri takip etmeye devam etmektedir.

2.) Claudia Weill

2

1947 yılında New York’ta dünyaya gelen Claudia Weill, Amerikan sinemasında ses getiren kadın sinemacılarının önemli bir diğer örneği olmuştur. Sinemadan televizyon alanına birçok alanda yönetmenlik yapan Weill, 1978 yapımı Girlfriends filminde kadınlar arası dostluğun şehirlerin kıskacında nelerle karşılaşabileceğini ustaca ortaya koymuştur. Sonraki yıllarda film ve dizi çalışmalarına kendi bütçesi ile devam etmiş ve Michael Douglas ile Jill Clayburgh bir nevi modern kadının duygusal komedisi olan It’s My Turn (1980) ile adını ön plana çıkarmıştır. Weill son yıllarda “My So-Called Life,” “Chicago Hope” ve “Girls” gibi televizyon dizilerinde yönetmenlik yapmaya devam etmektedir.

3.) Nicole Holofcener

3

Amerikan sinemasının bir diğer önemli yüzü olan Nicole Holofcener, 1960 yılında New York’ta dünyaya gelmiştir. New York Univercity bünyesinde sinema eğitimi alan Holofcener, 1996 yılında yazıp yönettiği ve Catherine Keener ile Anne Heche’in oynadığı “Walking and Talking” ile sinema dünyasında dikkat çeken bir çıkış yapmıştır. 1996 yılındaki bu çalışmasında ilgi çekici olan en önemli şey güçlü kadın karakterleri içermesi ve aynı zamanda kadınlar arası modern gündelik diyalogların fark edilmeyen yanları olmuştur. “Orange is the New Black” ve “Sex and the City” gibi birçok televizyon dizisinin yönetmenliğini yapan Holofcener, “Please Give” ve “Enough Said” gibi yeni dönem Amerikan sinemasının modern filmlerine hem senaristlik hem de yönetmenlik yapmıştır.

4.) Shirley Clarke

4

77 yaşında hayata gözlerini yuman Amerikalı sinema yönetmeni Shirley Clarke, çalışma hayatı boyunca beyazperdeye unutulmayacak eserler bırakan kadınlardan bir diğeridir. Clark “Robert Frost: A Lover’s Quarrel With the World” (1962) adlı belgeseli sayesinde Oscar ödülünü kazanmış ve kullandığı orijinal sinema dili ile video kasetlerin ilk kullananlarındandır. Aynı zamanda 1920’li yılların New York’unda dans dünyasında da yer almış olan ünlü yönetmen, dönemin yeni sinema tekniklerini yayma konusunda güçlü bir tutkuya sahip olmuştur. Kimilerince sinemada çok küfürlü bir dil kullandığı için çok sert bir tavrı olsa da ünlü yönetmen The Connection (1960) filmi ile sinema dehasını dünyaya kanıtlamıştır.

5.) Chantal Akerman

5 1

Derin bir ruh ve bunun getirdiği güçlü yaratıcılık ile yola çıkan Belçikalı Chantal Akerman, akıcılığı ve üslubu sayesinde hem kendisine özgün bir sinema dili oluşturmuş hem de bugünün feminist film kuramını etkileyecek kadar etkili işler çıkarmıştır. Akerman başta belgeselleri olmak üzere diğer çalışmalarında da gündelik hayata dair detayların üzerinde birçok sinemacının yaptığından çok daha yoğun bir şekilde durmuştur. 1975 yapımı “Jeanne Dielman, 23 quai du Commerce, 1080 Bruxelles” filmi ile gündeliğin sıradanlığı olgusunun somut halini izleyicilere vermeyi başarmıştır. Son filmi “No Home Movie” (2015)’de kendisi ile annesi arasındaki görüşmeleri beyazperdeye vererek bir nevi kendi hayatını bir tuval gibi kullanmış ve filminde bütünsel bir yaklaşım izlemiştir.

6.) Alice Guy-Blache

6

İlk kadın yönetmen olan Alice Guy-Blache hem yazar hem de oyuncu olmanın yanı sıra aynı zamanda Gaumont stüdyolarının kurulmasında öncü isimlerindendir ve buna ek olarak Solax stüdyosunun da sahibi olmuştur. Bazı çalışmaları zaman içinde kaybolmuş olsa da Charlie Chaplin ile birlikte yer aldığı filmler bugün hala birçok genç sinemacıya esin kaynağı olmaktadır.

7.) Věra Chytilová

7

Modern Çek sinemasının ve Çek Yeni Dalgasının öncülerinden olan Chytilová, “Daisies” (1966) filminde toplumsal normlara bir alternatif oluşturulabileceği iddiası ile yola çıkan ve dünyanın gittiği yönden hoşlanmayıp bunu değiştirmek üzere bir yolculuğa çıkmaya karar veren iki genç kadının hikayesini anlatarak sinemada güçlü bir ses olduğunu göstermiştir. Etiketlerden, önyargılardan, değişmeyen düşünce kalıplarından nefret eden Chytilová, neredeyse hemen her filminde duvarları kırmanın yollarını aramıştır, Çek hükümeti ile zıtlaşsa bile.

8.) Lucrecia Martel

8

Yeni Arjantin sinemasının en özgün isimlerinden olan Martel, 2006’daki Cannes Film Festivalinde jüri üyeleri arasında yer almıştır. Filmlerinde çoğunlukla Arjantin’deki toplumsal yapı ve aile kavramı üzerinde duran Martel, tarzını kendi başına oluşturmuş ve bununla birlikte sinema dilinde de özgün bir üslup benimsemiştir. Bu yaklaşımının en iyi örneklerinden bir tanesi olan La Cienega, Martel’in derin analiz gücü ve bakış açısının bir ürünü olmuştur.

9.) Mary Pickford

9

Mary Pickford tıpkı Guy-Blache gibi sinema stüdyolarındaki yeni dönem yıldızı olmuştur. Kamera önü ve arkasında hem görselliği ile hem de zekâsı ile izleyicileri kendisine hayran bırakan Pickford, Pickford-Fairbanks Studio ve United Artists and Academy of Motion Picture Arts and Sciences’ın kurucularından olmuştur. Bu katkısının ve çocukluk döneminden başlayarak sürdürdüğü başarısının Holywood sinemasına bir ilham kaynağı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

10.) Catherine Breillat

10

Çalışmalarında cinsellik, beden ve olgunlaşma üzerine temaları etrafında sıklıkla bir gezintiye çıkan Breillat, tarzı ve üslubu ile ses getiren Fransız kadın sinemacılarındandır. En iyi bilinen filmlerinden birisi olan “Fat Girl” (2001) de dahil olmak üzere birçok çalışmasında kadınlık konusunu işleyen Breillat, aynı zamanda 17 yaşında iken yazdığı ilk romanı ile oldukça tepki toplamıştır. Hatta o kadar tepki toplamıştır ki, o yıllarda Fransa’da 18 yaş altına yasaklı hale gelmiştir. 2013 yılında gösterime giren “Zayıflığın Esareti” (Abuse of Weakness) filmi ile bir bakıma kendi geçirmiş olduğu hastalığı ve bu sürecin kendisinde bıraktığı etkinin derinliğini bir araya getirerek beyazperdede adından söz ettirmiştir.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Pınar Eldemir

Merhaba,

Siyaset, sosyoloji, edebiyat ve kültür derken kendimi yazıyor buldum.

Bir cevap yazın