in

Düşüşüm

Evet. Umudum üzerine çırpınışlarımı yatağımda uzanmış gözlerimi duvara dikmiş gözden geçirirken. Aklıma gelen ilk şeyi yaparak sonunda kendimi kaybetmiş şekilde sokağa atıyorum kendimi. Nedendi en sevdiğim mevsimin kış oluşu hatırlayamıyorum. Sevmek… Bir şeyler üzerine yeterince vakit kaybetmeyi göze almakla vakit kaybetmeyi ummak arasında ince bir çizgiydi en son bıraktığımda. Soğuk havayı ve sıkı sıkıya bastığım zemini her yerimde hissederek devam ediyorum. Sonra nefesimle yükselen küçük beyaz buluta dalıyor ve bir şey arıyorum. Kaybettiğim ve umutla aradığım bir şey. Çok uzun yıllardır merak ederim diğer insanlarda benim gibi o ışığı sürekli her yerde arıyorlar mı ya da buldularsa nerede diye. Umduğum o aydınlanmanın nereden geleceğini uzun yıllar boyunca bekledim durdum neticede. İnsanların yüzleri, ilk kez girdiğim cami avlusu, yeni başladığım bir kitap, kendini sevdirmek için bana uğrayan bir kedi, elimi tuttuğunda içimi titreten adam listem oldukça uzundu. Küçük ya da büyük şeylere dair anlam ve ışık arayışımı tamamlamış ya da diğer bir deyişle pes mi etmiştim?
Tüm bunları düşünürken, aniden, yavaş yavaş yürüdüğüm kaldırımı hissetmiyorum ayaklarımın altında. Savrulduğumu biliyorum ama engel olamıyorum buna. Soluğumla havaya karışıyor uçuyor uçuyorum. Keyfini çıkarıyorum savruluşumun. Sonunda aydınlanıyorum sanırım… Sonra aniden falan değil yumuşacık bir iniş yaparak kargaşa halindeki saçlarımda buldum kendimi. Her yanıma dolanıp duran ve içimin kargaşasında boğulan saçlarımda… Sorum neydi ki cevabım ne olsun… Çok korktum, çoğu zaman her şeyden korktum. Bu kadar karışık ve kasvetli bir yerde olmak bana yetersiz hissettiriyordu. Koştum, her zaman her yere herkese koştum. Ayağıma dolanıp duranın her defasında kendi saçlarım olduğunu fark etmeden koştum. Koşarken bu sık ormanda kaybolduğumu bile bile ama ayağımın altındaki zemini hissetmeyerek koştum. Konuştum da; en çok kendimle, kendimle. Hani insanın içindeki ses koro halini alır ve en başarısız şef nasıl yönetemezse öyle yönetir ya kendilerini? Aynı başarısızlıkla yönettim iç seslerimi. İçim uğuldadı, ayağıma dolandım, korktum, ağladım. İlk akan gözyaşımla birlikte yanağımdan süzülürken buldum kendimi. İçimdeki umudu anımsadım. Sustum ama yolculuğum başlamıştı bile, gözyaşımın içinde nefesimi tuttum oturdum. Gittikçe hızlanarak yanağımdan yere düşüyordum. Hayallerim, planlarım, sevdiklerim, sevmediklerim, yapmak istediklerim, yapmak zorunda olduklarım… Aradığım ışığı bulamadan bu kadar yüksekten düşüp son bulamazdım.
Korkum artık yok olmuştu. Zamanın ağırlığı gözyaşımın ağırlığına karışıp beni ele geçiriyordu ve düşüyordum! O sırada aklıma kıymetini bilmediklerim geldi. Bunca zamandır yanlış yerde aramış olmalıydım. Dünya, zaman, çevremdeki insanlar hepsinin farkında olarak yaşamaya çok çaba sarf ediyordum. Geriye ne kalır ki? Küçükken salıncakta sallanırken en yükseğe uçtuğum zaman yaşadığım iç zıplamasını yaşarken içim hala utanmadan konuşuyordu şimdi olamaz ya şimdi olmamalı bu kadar kaybolmuşluğum, gözyaşım ve bu kadar yüksekten düşüşüm! İçim konuşuyordu. Ben düşüşümü tamamlarken gözümü çakılacağım zemine diktim. Yaklaştıkça büyüyen bir ışık vardı. Aniden içimi bir heyecan sardı, bulmuştum. Sonunda. Güldüm, hem de çok güldüm. En yersiz kahkahalarımdan birini atarken düşüşüm son buluyordu. Nefesimi tuttum ve çırpınarak kendimi odamda yatağımda buldum. Yolculuğumun sonunun kendi içime düşerek tamamlanacağını bende ummuyordum. Işığımı buldum.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Zeynep Ezgi

Mağdur olanı oynamayı seven ama aynı anda paspas eden üstün yeteneklilerden.

Bir cevap yazın