in

Onlar için

– Günaydın babacığım !

– Günaydım kızım !

– Günaydınlar olsun Şener Bey !

– Şu hanımefendiye bak sen hele. Sana da günaydın.

Baba ve iki kızı her sabah olduğu üzere kahvaltıya oturmuşlardı. Büyük kız Gülderen, apar topar bir şeyler yedikten sonra kalktı, hazırlandı.

– Babaların en zengini, acaba…

– Tamam, anlaşıldı, diye gülüyor Şener Bey. Harçlık lazım. Ben sana iki gün önce vermemiş miydim ? Ne oldu, çok çabuk mu berhava edildi ?

– Kitap gerekiyordu, onun için babacığım. Dersler için…

– Aman kızım, öyle sağdan soldan sakıncalı şeylere hiç bakma bile. Bak bu zamanda neler olur, hiç belli olmaz. Dur bekleyin beni, ben de çıkacağım zaten şimdi. Akşama istediğiniz bir şey var mıdır ?

Kızların ikisi birbirlerine bakışıyorlar lakin hangisi ne söyleyecek, belirsiz. Şener Bey paltosunu giyerken,

– Hadi, dedi. Yok herhalde, bir şey demediğinize göre. Gidiyorum o halde.

Otobüs bugün yarım saat geç mi kaldı, nedir ? Yoksa Şener Bey mi geç kalmış ? Yok canım, daha neler ! Her gün olduğu gibi, sabah yedi buçukta buraya dikilmiş, bekliyor. Eli isteksizce cebine uzandı, bir sigara yaktı. Hastaneye de gidemiyoruz iki aydır. Doktor demişti en son, sigarayı azaltmalısın diye. Nasıl azaltalım, bilemiyoruz ki ! Bir öksürük… Hemen yanındaki bir kadın ile küçük çocuk uzaklaştılar. Sigara dumanından dolayı herhal. Dört beş tane genç geçti önünden, bir iki tanesinin elinde kitaplar, diğerlerinin ellerinde ve ceplerinde ise broşürler. Şimdi meselenin özüne gelirsek, bunlar sağcı mıdır yoksa solcu mudur ? İşçi vatandaş gibi bıyıklı mıyıklı, üstlerinde birer parka. Solcuya benziyorlar hani. Otobüs gelmişti. Sigarayı söndürdü.

İlginçtir, Şener Bey’in ne zaman sol gözünün üzerine alın tarafından bir sızı girse anlar ki o gün sıkıntılı olacak biraz. Nitekim hep de böyle olmuştur. Ne zaman bir ağrı saplansın, o günün bozuk olacağına dair bir işarettir. Bugün de böyle olduğuna göre, kesin bir terslik olacak yine !

– Merhabalar Şener Bey !

– Merhaba, size de günaydın Mahir Bey.

– Azizim Şener Bey, bize hiç günaydın yok mu ?

– Günaydın Mehmet Ali Bey, size de günaydın, dedi masasına geçerken. Bu Mehmet Ali olacak adama oldum olası güvenmez Şener Bey. Seninle aynı masaya oturur, yüzüne pis pis güler ama arkandan söylemediğini bırakmaz. Güven verecek bir görüntü yok bir kere. Karşısında taka tuka taka tuka bir şeyler tıngırdıyor. Kolundaki saate baktı. Tamamdır, saat 8.45. Yurdanur Hanım mesaiye an itibariyle başlamış bulunmaktadır. Şu daktiloyu doğru düzgün kullanmayı bir türlü öğrenemedi gitti ! Daktilonun tuşlarına dokunmuyor sanki de, onunla canhıraş mücadele ediyor. Masanın kenarındaki gazeteyi aldı, baktı uzun uzun. Ah ah, vergiler ha bire cep yakar durur ! Ne bitmez tükenmez vergilermiş be, değil sen sülalen elini taşın altına koysa yine de ödeyemez ! Yok canım, o kadar da değil. İyi kötü başımızı sokacak bir ev var. Tabi ev denirse kendisine. Gıcırdar bir kapı, ortada bir soba, yan tarafa kondurulmuş küçücük iki oda. Birinde kızlar, öbüründe Şener Bey. Üç gün sonra ay başı ! Gene böğürecek suratsız Nadide. Her ay başı vicdan azabı, kurtaramazsın yakayı. Ah ah bitirecek beni bu dertler !

Haksız da değil Şener Bey, yıl 1979. Anarşinin sokaklarda adeta devriye gezdiği, cana ve kana doymadığı bir zaman. Silahlar takır takır çalışırken, kardeş kardeşi vururken efendiler ne halt yer ? Küçük çocukların oyuncak kavgası misali bir yönetim savaşından başka bir şey yok. Ha bire hükümet değişiyor, başka bir şey olduğu yok. Maraş Katliamı’nın açtığı yara kapanmıyor, kapanmayacak da ! Kahvehane tarandı otomatik silahlarla, dört ölü beş de yaralı… Elektrik kesintilerinin süresi uzayacakmış. Uzasın, bir o kalmıştı kısa. Gazeteyi yerine bıraktı, önünde yığılı olan dosyalarla ilgilenmeye başladı.

– Şener Bey gelmedi mi ?

Patronun sesi bu. Kör müdür bu Kenan efendi ? Masamızın başındayız işte, görmüyor musun ? Şener Bey son on beş gündür Kenan Bey’e bildiği ne kadar sunturlu varsa hepsini savuruyor, zira Kenan olacak o cibiliyetsiz bunu sonuna kadar hak ediyor. Neden mi ? Durduk yere, sebepsiz maaştan tam tamına üç yüz lira kesinti yaptı. Ayda düşer iki bin iki yüz liraya, yılda yaklaşık üç bin lira zarar bu zamanda az mıdır ? Pekala geçinilir diyenler, güldürmeyin insanı. Zaten Nadideanım’a zar zor öderdik, şimdi hepten zor olacak. Gene böğürecek, gene böğürecek. Sade o mu ?

– Buradayım Kenan Bey, buyrun !

Kenan Bey Şener Bey’in masasına şöyle bir baktı, önündeki dört beş kalın dosyayı görünce,

– İşiniz son bulduğunda odama gelin, dedi.

Kararını verdi. Ne kadar geciktirmek mümkün ise o kadar geciktirecek Kenan efendi’nin tınlamalarını. Ne kadar geç, o kadar iyi onun için. Bundan dolayı dosyalara tekrar tekrar bakıyor, bir seferde çözülebilecek meseleyi sanki hiç anlayamıyormuşçasına yeniden yeniden inceliyordu. Bir sigara yaktı. İki saat böyle geçti. Öğle arası oldu, peşinden bir saat daha.

– Şener Bey, derhal odama gelin !

Kenan Bey bu, sabredeceği nerede görülmüş ? Ses tonuna bakılırsa pek asabi olmalı. Maliyeciler mi üstüne gitmiş yine ? Dosyalarda ufak bir hata mı olmuş daktilodan kaynaklı, fatura genellikle Şener Bey’e kesilir. Alışkındır Şener Bey aslında fakat bazen içten içe dolmuyor da değildir.

Bir üst kata çıktı, kapıyı tıklattı, odaya girdi. Ortada geniş bir masa, arkada krem rengi koltuklar. Duvar dibinde bir kahverengi masa, Kenan Bey masaya abanmış adeta. Önünde bir iki kalın dosya. Dosyalardan birini hışımla açtı, sayfalardan birini gösterdi.

– Burada ne yazıyor ?

Şener Bey dosyaya eğildi. Bir makbuzdu.

– Geçen haftaki alınan malların giderine dair işlenen makbuz Kenan Bey, dedi.

– Kör müsün efendi, burada ne yazar ?

– O işaret ettiğiniz de bu alınan malların içindeydi, ben bizatihi görüp kayda geçirdim Kenan Bey. Şener Bey’in verdiği cevap, Kenan Bey’i bozmuştu. Bilmiyor muyuz sanıyor, oraya fazladan mal yazmışsın deyip maaştan kesecek gene !

– Tam tamına on yedi kalem mal teslim alındı, toplam tutarı iki bin iki yüz yirmi altı lira seksen kuruş. Bakın orada da yazıyor. O işaret ettiğinizden de zaten iki tane alındığı yazıyor, toplam giderleri yedi yüz altmış dört lira altmış beş kuruş.

Kenan Bey elleri titreyerek – öfke ve telaştan olsa gerek – alttaki dosyanın kapağını kaldırdı. Sayfaları yine hışımla çeviriyordu. Birinde durdu, yine bir belgeyi işaret ediyordu.

– Bak bunun altındaki imza kime ait ? İmza attığın şeyi de mi okumuyorsun be adam ?

– Kenan Bey bir yanlışlık olmalı. Burada gözlemci sıfatıyla benim imza attığım doğrudur. Fakat bu belgeyi Mehmet Ali Bey yaptı. İsterseniz…

– İstemez, diye tersledi Kenan Bey. Şener Bey yumruklarının sıkıldığını fark etmişti. Elinden geldiğince soğukkanlı olmaya çalışıyordu ama bu kadarı da fazlaydı.

– Gözlemcisin ama o giren çıkan malları görmüyor musun ? Nasıl bakıp da imza atmışsın bu belgeye anlamış değilim. Zarar mı ettireceksin sen bize ?

– Bununla ilgili sorumlu olan Mehmet Ali Bey’in ta kendisi. Malları o kontrol etti, belgesini de o hazırlayıp imzaladı. Bu durumda eğer bir kabahatli arıyorsanız, kabahatli odur. Gözlemci olarak bu kalemi düzeltmek bana düşen bir görev değil ki.

– Tamam artık o da senin görevin. Yahu burada en kıdemli adamlardan biri sensin, biz sana boşuna mı maaş veriyoruz ? Maaşından dosya bedeli kestim, tam tamına iki yüz lira. Bu kesinti, bu aydaki maaşına yansıyacaktır. Gidebilirsin.

Şener Bey ise buna cevaben sanki küfür edercesine ‘ Teşekkürler Kenan Bey. ‘ dedi.

Odadan çıktı. Burnundan soluyordu, bir sigara yaktı. Yok mu şu Mehmet Ali denen düzenbaz ? Şimdi dal odaya, al eline bir sopa, Allah yarattı deme vur vur dur. Yok olur mu öyle şey ? Yaptıracaklar bir gün eninde sonunda. Yok, vurdukça öfkesi geçmez ki insanın. Daha da öfkelenir bu gibilerini haşladıkça.

O günü akşamı bir saat geç çıktı. Sokaklar tenhalaşmaya başlamıştı eve yaklaştıkça. Bir ara yan sokaktan takır tukur bir şeyler duydu. Hay Allah, orada da mı başladı silahlar patlamaya? Bir huzur vermezler ki insana ! Evin kapısında Nadideanım’ı gördü, ‘İyi Akşamlar.’ dedi ama cevap olarak ‘Kirayı ne zaman vereceksin Şener Bey? Çok geciktirmezsin inşallah.’ cümlesini duydu.

– Merak etmeyin Nadideanım. Ay başına daha üç gün var. Elimden geldiğince size gününde ödemeye çalışacağım.

– Hım, zaten hele bir vaktinde ödeme, bak ne oluyor. Ben paramı çatır çatır almasını bilirim.

– Bilirsiniz, bilmez miyim? Söylene söylene yukarı çıktı. Yan taraftaki daracık mutfağa girdi, tezgahın üzerindeki tencerede önceki günden kalan yemek vardı. Fakat nedense kendini aç hissetmiyordu. Tencereyi usulca kapattı. Baktı Gülderen ile Güldal’a, ikisi de ders çalışıyorlardı. Haftaya sınavları başlıyor ya onların da.’ Çok geçe kalmayın yine de. ‘ diye uyarmayı da ihmal etmedi. Bir gün de böyle geçti diyordu kendi kendine, sonraki gün de farklı olmaz ya. Ne için susuyorum, ne için mücadele ediyorum ki ? Hep onlar için. Başka hiçbir gayem yok şu hayatta.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Turuncu Yazar

Written by Mehmet Metin

19 yaşında, hukuk öğrencisi. Uluslararası ilişkiler, yakın tarih, politika, edebiyat özel ilgi alanlarıdır. Kuru kalabalıklardan farklı düşünmeye çalışan, bu hayatta ayrıksı duran bir basit kimse. 2015 Adalet ve Dürüstlük konulu kompozisyon yarışmasında kaleme aldığı kompozisyon ile ikinci olmuştur.

Bir cevap yazın