in

Sönmeyen Mumlar ve Sigarası

Belki de nostaljiyi bu kadar sevdiğinden belki de o sevdiği nostaljiye yaşı itibariyle yetişemediğinden harem otogarından bindi otobüse. Belki de onun evine yakından hoşça kal diyebilmek için. tarifsiz bir yok oluş içerisindeydi murtaza. Nereden geldiğini,nereye gittiğini bilmediği bir kavgada. Üstelik tanrıyla insan arasında olmayan, sadece tanrının yarattığı canlıları arasında yaşanan bir kavgada. Kendine dert edindiği belki gereksiz belki çok gerekli işlerin içinden çıkamadığında hemen o hafta cumalara giderdi. Tanrısıyla konuşur,yardım ister belki de camideki en inançlı iç ses o olurdu. Belki de sadece işler sarpa sarınca gittiğinden hep sarpa sarar kalırdı işler.

Otobüsün camından sabahın gelmesini bekleyen tüm gece lambalarını sayarken onu gördü murtaza. Yansıyan camdan mı görmüştü yoksa gerçekten hemen yeni geçtiği o kaldırımın üstünde miydi? Hızlı hareket etmeyi sevmezdi, uyanırken bile yavaşça açardı gözlerini yeni güne. Hayatına dışarıdan yavaşlatma efekti ekleyecek birinin olmamasına sitemle,yine kendi başına yavaşça çevirdi soluna. Neden hep acıtanlar solunda olurdu ki? Dördüncü sınıf fen bilgisi dersinde herhangi bir sınıfa hocası “kalbimiz sağ tarafımızdadır.” deseydi eğer, o sınıftaki herkes şimdi sağına bakınca mı acırdı canı acaba?

Dışarıda değildi o. Tam da oturduğu koltuğun simetrisinde gözlerini kapamış belki de uyumaktaydı. Neden dördüncü sınıf fen bilgisi dersini sevdiğini şimdi anladı murtaza. Simetri tam tersi demekse eğer dedi,şöyle durursam benim omzumda uyur diye düşündü. Yine kafasında kurduğu hayalleri,gerçeğine kabul ettirmeye çalışmıştı. Şimdiye kadarki tüm denemelerinde gerçek yalancının teki olduğunu yüzüne vurmuştu,peki neden hala devam ediyordu bu gereksiz kavgaya?

Kalkıp onu uyandırmalı mıydı? Yoksa hiç ses etmeden izlemeye devam mı etmeliydi? Keşke otobüs çamlıca gişelerinde bariyerlere çarpsaydı da, hiç olmazsa ölümün güzel tarafına denk gelseydi çirkin hayatında. Önündeki koltuğun arkasına gizlenmiş,otobüs firmalarının en büyük reklamı televizyon parçasına, murtaza bunları hep ayna zannederdi, bakarak kendine gelmesini istedi. Ama bu sefer nefesi ses tellerine değince ağzını açmış, o sırada suyu kaynatmaya çalışan muavinin gereksiz sorularıyla karşılaşmıştı. Tüm bu kargaşanın sonunda o, uyandı. Her insanın yaptığı gibi sesin nereden geldiğine ve ne olduğuna baktığında murtazayı gördü.

Şaşırmamıştı. Murtazayla aynı otobüste olması,kocaeline sırf insanlardan uzaklaşmak için ama yaklaşan finallerini de düşünerek gitmeye karar vermişti. Murtazaysa gidebileceği en uzak noktanın bu oluşunu bile bile.

-nasılsın? Hayat yine senin için fazla zor mu? Yoksa tanrın sana hala cevap vermedi mi?

-şey.. iyiyim aslında. Güzelim en doğrusu. Tanrım zaten bana cevap vermez,iletişim tarzımız bu.

-güzel,hiç olmazsa bi iletişim tarzınız var.

-olmayanlar için üzülmeliyiz.

Böyle konuşunca kendini cumaları gittiği caminin imamı gibi hissetti. Dinine değil ama tanrısına inanırdı murtaza. Şimdiyse cihat çağrısıyla dinini yaymaya çalışan bir atlı gibi hissetti kendini. Oysa o murtazayı bilirdi,böyle hissetmesine gerek bile yoktu.

-ee nereye böyle?

-kocaeli’ne gidiyorum. Bi arkadaşım çağırmıştı da.

Murtaza’nın hiç arkadaşı olmadığını O’da çok iyi bilirdi. Arkadaşsızlık murtaza’nın istediği bişeydi sonuçta. Kimse ona sen git dememişti bulundukları ortamlarda. Aksine herkes murtaza’yı çekmek istemiş kendi deliğine ama murtaza o deliklere girmek istememişti. Annesinin deliğinden çıktığından beri tek bir sözü vardı kendine. Bir daha hiçbir deliğe girmeyeceğim.

Bikaç saçma sorunun ardında o, sırtını çevirip uykusuna ve hayallerine kaldığı yerden devam etmeye başladı. Murtaza’ysa söylediği yalanların mumlarını yatsı sonrası da yakabilmenin derdine düşmüştü.

Belki de otobüs kocaeli’ne gelmeden muavinle anlaşıp inmeliydi erkenden. Böylece yalanları sonsuza kadar olmasa da mumların tamamen eriyişini bekleyebilirdi. Trafiksiz bir İstanbul-Kocaeli ne kadar sürebilirdi? Hayatında daha önce Kocaeli’ne hiç gitmemiş olan murtaza keşke yol-zaman problemlerine iyi çalışsaydım diye düşündü. Herhangi bir fikri olmadığı konuları pek sevemezdi. Henüz kendisine yalanlar söyleyemeyen bir yalancıydı.

Muavinle arasında geçen güzel dakikalar sonunda onu ikna edebilmişti fakat artık her şey şoföre bağlıydı. Belki de durmak istemezdi. Belki de canı çok sıkılmıştı da murtaza’ya ellibeş kilometre hızla giderken açacağı kapıdan atla derdi. Ama murtaza hayalleri havuzunda yüzerken muavin murtaza’dan arakladığı yirmiliğin verdiği sırıtışla tamam abi,indiricez seni dedi. Murtaza hayatındaki en sessiz kalkışlardan biriyle kalktı oturduğu tekli koltuktan. Otobüs firmalarının artık en sevdiği alanlarından.

Otobüs yavaşladı ve murtaza atladı açık olan orta kapıdan. Durmasını beklemedi. Murtaza hayatında hiçbir şeyin durmasını beklemezdi. Dünya ve insanlar döner murtaza’ysa onları izlerdi. Durduğu ev köşelerinden insanları, beklediği otobüs duraklarından tekerlekli robotları, plazaların çatı katlarından bulutları.. dönüşler güzeldi belki ama murtaza ne birine dönebilirdi ne de birisi murtaza’ya.

Olduramadığı her oluşun içinde kaybolmuş murtaza,kendini yine bir yol kenarında kaybolmuş bıraktı. Paketinden bi sigara çıkardı ve yaktı. Yalan mumları gibi o sigara da hiç sönmedi..

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by Orkun Kayra Akyüz

Acıyı sevecek kadar aptal, acıtanı sevecek kadar aşık, tütün sarabilecek kadar becerikli, bağzı kitapları gece onikiden sonra okuyabilecek kadar miyopum.
hoşgeldin :)

Bir cevap yazın