in

Kırık

Şimdi size tesbihin hayatımdaki yerinden bahsedeceğim.

Tesbih. Değişik değişik stilleri olan, ellerimizde tutularak kullanılan bir aksesuar. Temeli nereden gelir, ilk kim kullanmıştır, yapmıştır falan bilmem. Vaktimi bunu Google’da aratacak kadar da değerli bulmadığımdan bakmadım. Bakan olursa, bana da söylesin.

Babamın Erzurumlu oluşundan kaynaklı soran insanlara “aslen Erzurumluyum” demekten alıkoyamıyorum kendimi. Açıkçası doğulu olmak da biraz hoşuma gidiyor. Doğulu olmaktan kastım yalnızca Türkiye’nin doğu illeri anlamında değil. Benim her vakitte en çok ilgimi çeken yerler doğuda olmuştur. Mesela,  Nepal gibi. Hastasıyımdır doğu kültürünün. Severim yani. Bundan dolayı da Erzurumlu olabilmiş olmak Nepal’e yakın olmak gibi geldiğinden hoşuma gider. Neyse, bu doğu kültürünün kanımda ve beynimde yer ettiği ataerkil inanıştan kaynaklı tesbihe hep bir ilgim vardı zaten. Ara sıra edinir, elimde çeker, cebimde taşırdım. Bazen de unutur bir yerlerde, hatırlayamaz böylece etkisi tekrar gün yüzüne çıkana kadar beynimin iç dolaplarında saklardım. Bilinçaltımın güzel bir piyesiyle ekrana gelince de hemen gider bi tane edinir, yine aynı furyaya başlardım.

Ellerimde yaralar oluşmaya başladı bundan belki bir yıl önce falan. Tarihleri kaydetmeyi pek sevmem ben. Bu yüzden bir yıl içinde yedi defa doğum günü kutlama gibi bir durum söz konusu. Ne vakit istersem o vakittir bana göre. İnançlarımdan biri bu da. Neyse, ellerimde yaralar oluşmaya başlamıştı işte, kaşımaktan. Kaşıntıyı durduramadım. Yani ilaçlar, kremler, haplar falan derken biraz geçerdi. Sonra yine kaşınır, en kolayı da kaşımak olunca ben de yapıştırırdım, yine yaralar oluşurdu. Artık yaraları mı severdim, yoksa yaraları kaşımayı mı bilemiyorum ama bu durumda hoşuma giderdi. Acı verdiği anlar, zevk duyduğum anların gerisinde kalınca yarışı hep zevk duyulan anlar kazanırdı. Bu yaralar bir noktada karşı konulamayacak hale gelince, bu konunun eğitimini almış kişilere başvurmam gerektiğini düşündüm. Galiba ertesi günüydü bu düşüncenin, doktora gittim. Devlet hastanesine. Yani özel hastaneye gidip para verebilecek kadar param olmadığından, uğrak gittiğim yerlerdir devlet hastaneleri. Doktor hemen belirli şekle dönmüş haliyle karşıladı tabi beni. Kadın artık her gün benim gibi kaç tane görüyorsa, elleri gördüğü gibi testler yapılmalı falan dedi. Alerji testleri tabi. Beni zaten canlı olarak gören bir insan alerjik bir insan olduğumu hemen anlar. Yani ruhum alerjik benim. İnsana alerjisi var. Gittim, testler yaptırdım, döndüm, doktora geri göründüm. Hiç bir alerji belirtisi yok dedi. Seninki sinirsel egzama bence dedi. Her doktora gittiğimde ölümle karşılaşmaktan, hemen aklımda ne kadar ömrümün kaldığı ve kalanında hedeflerden hangilerini yapabileceğimi düşündüm. Kocaman dokunmatik ekranlı akıllı cihazdan egzamanın Google karşılığına bakınca içim bir rahatladı. Öldüren değil de süründüren bir hastalıkmış bu. “aman Allah’ım, en sevdiğimden.”

Beni psikiyatr bölümüne yönlendirdi ve bu benim hayatımda en istediğim şeylerden biriydi. Bir deli doktoruna görünerek, deliliğimin tescillenmesi. Böyle bir belgeyi alarak, boynuma asmayı hayal ederdim. Böylece insan sohbetleri gereksizliğini bir kenara bırakabilirdi. Ama tabi ülkemin iklim koşulları yine buna izin vermedi ve en yakın randevuyu galiba iki ay sonraya verdiler. (tabii ki gitmedim). Yalnızca doktor, o vakte kadar oyalanacak bir şeyler bulmamı, stres topları ya da tesbih gibi şeyleri edinebileceğimi söyledi. Aklıma oyun oynamam gerektiğini ve eline sigara paketi almış oyun oynayan bebeğe başka bir oyuncak ittirmem gerektiğini kurguladım. Tabii ben de önce gidip sigara paketi aldım. Genelde uzun tarihli bildirilerde pek taraftar olamam. Askıya alınan şeyleri tekrar askıdan almak gibi bir huyum yok. Ya bitirmeliyim ya da unutturmalıyım. Bunu da unutturma yoluna giderek, kurguladığım durumdan sigarayı dışarı çıkardım ve günlük sigara tüketimimi iki katına yaklaştırdım. Bu durum başlarda herhangi bir zarara yol açmasa da, özel hastaneye gidecek parası olmayan birinin hem cebini hem de akcebini zorladı. Bu durumda doktorun söyleminden tesbihi dışarı çıkararak bir tesbih edindim. Hatta iki tane. Çok fazla çekme konusunda iyi olmasam da, yavaş yavaş bu durumu da öğrendiğimi ve gerçekten işe yaradığını görünce artık tesbihe alışmıştım. Maliyeti oldukça ucuza gelen ve raf ömrü yüksek olan bu Allah harikası malzemeyi yanımdan ayırmamaya karar verdim. Nereye gidersem gideyim benimle beraber olan ve ellerimi saran bir şeydi. Libidosal isteklerime de karşılık verebilse ,ki zorlasak buradan karşılık verdirebiliriz gibi, sevgiliden bir farkı kalmayacaktı. Ama hala bu isteklerin yalnızca bedeni değil ruhu da doyurduğunu bildiğimden haftalık mastürbasyon sayımda herhangi bir değişiklik yapmadım. Ruhsal libidomu da doyuracak beklentilerle, sabah ereksiyonlarımı dizginlemeye  çalıştım.

Tesbihin hayatımdaki yerini neden anlatma gereği duyduğumu da bilmiyorum. Hayatımda düşünmem gereken çok fazla şeyin olduğu dönemlerde, onları düşünmemek adına bambaşka her şeyi düşünebilirim. Galiba bu da onlardan biri.

Havalar ısınıyo, Caddebostan sahil planlarına dahil olmak isteyen olursa iletişime geçsin. Güzelce oturur, tesbihin sizin hayatınızdaki yerini tartışırız.

Evveliyatla.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by Orkun Kayra Akyüz

Acıyı sevecek kadar aptal, acıtanı sevecek kadar aşık, tütün sarabilecek kadar becerikli, bağzı kitapları gece onikiden sonra okuyabilecek kadar miyopum.
hoşgeldin :)

Bir cevap yazın