in

Timsah midesinden notlar

Merhabalar, Dostoyevski’nin adını çok sık duymadığımız ama buna rağmen etkileyiciliğini bugün de sürdürmeyi başaran kısa öyküsü “Timsah” için bir inceleme kaleme aldım. Keyifli okumalar diliyorum.

Kitap boyunca biraz da olsa mürekkep yaladığı izlenimini bize veren ana karakterimiz Ivan, yurt dışına seyahate çıkacakken, Petersburg’a bir Alman çiftin timsah getirdiğini öğrenir. Bize olayı anlatacak olan dostu Semyon Semyoniç (her ne kadar Ivan ile dostluğunun 9/10’nun düşmanlıktan oluştuğunu söylese de) ve eşi Elena ile bu timsahı görmeye giderler.

Timsahın sergilendiği çadırın girişindeki kıt Rusçası ile konuşan Alman, bir miktar para ister. Nihayetinde içeri girerler ve asıl olay da bu çadırın içinde başlar. Dikkatler bir anlığına dağılıp çadırın içindeki başka hayvanlara yöneldiğinde, ketum, antik Mısır’dan kalma gibi duran timsahı canlandırmak için el kol hareketi yapan Ivan’ı timsah yutar. Kimse akıl sır erdiremez bu olaya. İşin daha da ilginç tarafı, çiğneyerek değil, direkt yutar Ivan’ı. Absürtlük o olacak ki timsah canlı da olsa içi “boştur” ve Ivan da çiğnenmediği için timsahın içinde yaşamaya başlar. Gerçek dünyadan kopuş da tam olarak burada başlar.

Şimdi, kitap boyunca kapitalizmin eleştirisine şahit oluyoruz. Nasıl mı? Ivan’ı kurtarmak için durumu bir memur arkadaşına bildiren Semyon, şuna benzer cümleler işitir: “Ivan’ın bir süre daha orada kalması daha iyi olur. İnsanlar böyle bir timsahı görmek için daha çok para ödemek isterler. Sadece yerli halk değil, ülke dışından insanlar da gelir bunu garip yaratığı görmek için. Ülkeye döviz girdisi sağlarız böylece. Ayrıca timsah, o Alman’ın şahsi mülkü. O yüzden karşılığını ödemeden timsahın karnını da yaramazsınız. Ekonomik prensipler bunu gerektirir.”

Hikayede dikkatimi çeken şeylerden biri de şu: Bedenin emeğini sömürmek isteyen kapitalist düzene karşı İvan’ın durumu bir başkaldırı aslında. Çünkü Ivan’ın içinde bulunduğu bu pozisyonda ondan herhangi bir beden gücü temin edilmesi mümkün değil. Aynı durum Kafka’ın Dönüşümü’nde de vardı: Böceğe dönüşerek çalışamayacak hâle gelmek… Ama kara mizah gittikçe kararmaya başlar ve Ivan, bu durumda bile kapitalist düzenin elinden kaçamaz ve ondan timsahın içinde bile ülkeye para akışı sağlaması, timsahın iç dünyasını inceleyerek biyoloji bilimine katkı sağlaması beklenir.

Biraz isabetsiz bir yorum olsa da işin bir de psikanalitik boyutu var. Bu hikâyede olduğu gibi, bir canlıya zarar vermeden, öldürmeden onun içine girme yollarından biri de nedir? Hamilelik. Yani sıcak yuva. Herhangi bir harekette bulunmamızın gerekmediği, ekmek elden su gölden yaşadığımız zaman dilimi. Ivan’ın timsah içinde hareketsiz bir şekildeki duruşu da, anne karnındaki pasif konuma, herhangi bir sorumluluğun sırtımıza semer olarak vurulmadığı döneme duyulan bir özlemin yansıması olabilir.

Bir diğer durum ise, incelemenin başında da dediğim gibi, Ivan’ın aslında rotasız da olsa kendini gerçekleştirme çabası içinde olan birisi olması -timsah karnında bile gazete istiyor, okumak istiyor. Bu tip insanlar topluma ait hissetmez kendini, hatta ondan nefret ederler. Toplumun bayağı alışkanlıkları vardır, kitap okumazlar, kendilerini geliştirmek için bir şey yapmazlar, dimağa değil damağa oynayan bir hayat tarzları vardır onların. Ve bu yüzden onlardan kaçmak ister, Pygmalion gibi, Hz. Yunus gibi… Ama günümüz dünyasında bu kaçış çok mümkün değil. Aynı apartman kadar yakın toplum bize. Kendi odamızda bile yalnız kalamadığımız biliriz, hissederiz. İşte bu aydın olmak için debelenen insanın artık gidecek o kadar az yeri kalmıştır ki, ancak bir timsahın karnında kendi başına kalabilecektir. İroni burada yatar. Ama işte gelin görün ki Dostoyevski’nin kara mizahı peşimizi bırakmaz ve timsahın karnına da girse de yalnız kalamaz bu insan. Dışarıda olup biteni duyar hâlâ.

What do you think?

3 Beğeni
Upvote Downvote
Turuncu Yazar

Written by Eyüpcan Işık

Gökyüzü sinmiş hikayelerin fedaisi.

Bir cevap yazın