Ve gece 3 civarı Selanik’ten yukarı tırmana tırmana Kurtuluş Park’ına yürürken buldum kendimi. Kendimi o kadar sık ve çok kaybediyordum ki artık köşe başlarında bana azıcık benzeyen kadınlarla göz göze gelince birkaç saniye irkiliyordum. Ben sadece kendime gelebildiğim anların yazısını yazıyorum. Dönem dönem sürekli yazmışlığım var ise de bunun sebebi kendimi bulduğumu sanmaya yeltenmemdir.
Neyse.Kurtuluş Park’ı. Bu park öyle sıradan bir park değildi. Hele bizim için anlamını bi bilsen.. anlatmayacağım tabii ki. Evim o kadar yakın ki, her gün yeniden hatırlıyorum olan biteni ve bana bir şeyler her gün hatırlatılıyorsa o kadar güçlü inkar eder, yok sayarım.Bak bu bir öz eleştiri.
Eve vardığımda saat 3.27idi.Hızlanıp tökezleyen, nefessiz kalıp kaldıramadığım, yara bere içinde adımlarım. “Neden hiç kimseyi kurtaramayız?” Gece gece aklıma izlediğim filmler ve yaşadıklarıma hakaret eden sessizlikler geliyordu.
-Aşık olup da kalbi kırılan herkes neden aşkı inkar etmeye başlar ki?
-Çoğu kişi için bu böyle.
-Çoğu kişiden bahsetmiyorsun şuan. Bir kişiden bahsediyorsun.
-..
-Çünkü hak ettiğimize inanıyorsak aşkı inkar etmeyiz. Bu otomatik bir tepkidir.Refleks gibi yani. Hak etmediğine inanan biri aşık olduğunu unutup yaşamaya devam edebilir.
Mutfak tülünü kombi şartelinin arasına sokuşturarak penceremin hemen önüne sandalyeyi çektim. Henüz güneşliğim olmadığı ve birinci katta olduğum için ufak tefek önlemler icat ettim durdum kendime. Düzen değişti, fikirler değişti, kelimeler yutuldu, durumlar değişti -de ben hala bir yıldız ve bir kozalak istiyorum.
Aşk inkar edilecek bir duygu değil….Size kattıkları çok fazladır..Kırılmış yürek eski coşkusunu o ilk heyecanını yaşayamıyordur belki de…
Aşk inkar edilebilen ve çok sık edilen bir şey bana kalırsa.Sizin tecrübeleriniz farklıdır orası başka tabi ki.Hepimizin farklı tanımı var neticede.