in

Huzursuz kelamlar: tezer özlü

Tırnak içinde bir akıl hastanesiydi yuva. Pencere önü şen şakrak, günübirlik çiçekler eksik olmaz. Konuşmak gerek kelime yok, kelime bulunur suret yok. Elektrikli sancılar varoldurmuyor, profesöre göre bir tedavi. ama “kafatasım bu; kendi ölümüm.”

Aşıklar hep aşık, pavese hep pavese. Yalnız kalmamak için gece boyu ayna karşısında oturdu. Uyku hapı, 21 tane. İntihar değil, derin uyku. Ama ” intihar düşüncesi peşimi bırakıyor, çoğunluk gibi doğal ölümü bekleyeceğim.”

Hep eksik tam eksik. Çocukluk günleri amma soğuk. Ağır abi, memur baba. Elleri titredi bir vakit sonra. Henüz öpüşmedi oysa hiçbir erkekle. Bir fikir gibi fikir, dediğini yapıyoruz. Ama ” sen benim üst dudağımı, ben de senin alt dudağını öpeceğim.”

Veyahut çıplak, belki bir etek. Toplu taşıma tıklım tıklım, nefesi nefese. Birden fazla kural var; mahrem yerleri kapalı, sütyensiz olmaz, istiklalde sigara içilmez. Ayıp bir nevi. Ama “aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için.” Koltuk desenleri hep mi otantik, hep mi çay dökülür. Bir takım zikirli müzikler, koşturan müvekkiller. Kötü bir deneme alfabe, tekrar mı ali ata bak. Halılar keza hep mi kışın yerde, yazları ağlıyor. Ama “karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. Karşı çıkmak istediğim kurallar var. Bir haykırış! Küçük dünyanız sizin olsun. Bir haykırış!” Kaygıları hep geleceğe dair, yakın veya uzak gelecek. Boncuk boncuk terli alnı, cüretkar kaşları oyalı. Korkunç bir haykırış, yokoluştan öte kavrayış. Seyreğimsi bir adam daha, hadi hadi. Düştü, kalkmasını bilmeyerek. Ama“.. Bu can hiç de kolay çıkıp gitmiyor.. Ölmeye uğraşıyorum.. Ama bak, hiç de kolay değil.. Görüyorsun bu can ağızdan çıkıp gitmiyor.. Çıkacak, çıkacak. öleceğim..” Mani değil ağaç dalına yetişememek, taşladılar meyve vereni. Taş dahi sessiz, kulaklar sınırsızlığa çınlıyor. Amacın ucu normal kalabilmek, bu toplumda zor. Kutsamayarak mutsuz olabilmek, varedebilmek acıyı. Ama “yakında sen de gömüleceksin sessizliğe../nedir burada sessizliğe gömülmek?/ölüm sevgili şivester..”

Gelmedi hiç, gelemedi dünki sabah kahvaltısı. Güneşli bir pazar onbiri değil oysa, perşembenin ikindisi. Yirmi ila otuz yaşları arasında çıldırmanın eşiği zorlandı. Tabir bile üretiliverdi otuzundan sonra “ne akıllı ne de çılgın”. Ama “hiç düşündünüz mü? Ölen bir insanı gerçekten bir kez daha görebilir misiniz? Ölen bir okula gidebilir misiniz? Ölen bir evde uyuyabilir misiniz? O yıllar öldü. O yılları bize öldürecek biçimde yaşattılar.” Pek bir değişken akşam yıldızları, parlamıyor son binbir gece. Pabuçlar kirlenmeyecekse patikada samimiyet buhar misali. Bozuk para gördü avuç içi, terlemek kadına kaldı. Kök saldı lüksün fidanı. karanlık bir ortam, kokladıkça yapay. Ama “İstanbul’da monako prensliği’nde gibi yaşamaya çalışan insanlar da var. Ama o insanların dünyası beni hiç ilgilendirmiyor. Aksine onlardan biri olmadığım için mutluyum.”

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Kırmızı Yazar

Written by Zafercan Çapar

cokgzafer@gmail.com

Bir cevap yazın