in

KÜÇÜĞÜM

Kim olduğunu bilmeden doğar, nasıl öleceğini bilmeden yaşarsın. Bazen ölümün, yaşamın kollarındayken gerçekleşir. Seni her türlü kötüden korumasını beklediğin baban ” Seni istemeye geliyorlar. Git hazırlan!” der ivedi. Kim? Neden? soruların muhatabı annendir. “Böyle uygun görüldü.” kurşun gibi kısacık cevabıdır. Sen hazırlanadur, mutfakta bir telaşe başlar. Her şey neredeyse hazırken çalıverir kapı zili, sanki ölüm sireni. Daha önce eve oturmaya gelen babanın arkadaşı kapıda. Buyur edersin içeri. “Neden geldi acaba?”. Kısa bir vakit sonra mutfağa çağrılırsın. Kahve yapman beklenir senden. Oysa daha cezve tutamıyordur ellerin ve belki bir kere yakmamışsındır ocağı ya da korkuyorsundur ateşten, olur ya.. İyi kötü hazırladığın kahveyi servis etmeni beklerler az önce eve gelen babanın arkadaşı amcaya. Ağır aksak taşırsın kahveyi o amcaya, servis edersin de kirli bakışlarla süzer seni. Bıyık altından  sırıtırken amca, sen odadan çıkarsın. Gizli gizli dinlersin belki olan biteni, şanslıysan ve annene yakalanmamışsan. Birkaç cümle sonra tek el silah sesi gibi bir cümle duyarsın ” O zaman hayırlı olsun! “. Sanki dünya dönmeyi bir anda bırakır da sen olduğun yerden fırlar, uçar ve çakılıverirsin yeryüzüne.

Akan zamanda tutunmaya çalışmaktan vazgeçtiğin o gün giyotinin altında olmayı yeğlersin. Kırmızı kuşağını bağlar abin, gözü yaşlı anneciğin indirir duvağını, seninse ne ağlamaya ne de konuşmaya halin vardır o an. Kapıdan çıkarsın davulla zurnayla. Baba ocağından çıkışın ve o adama varışın, bileğinden dirseğine kadar burmalar, boynunda beşi hatta onu bi’ yerdeler. Düğün esnasında götürürler seni yeni evine. O şimdilerde kocan olan amca ile girersin bir odaya. Bembeyaz çarşaf…

***

Davullarla zurnalarla karşılanan bir kirli çarşaf kadar değerin. Çocuk yaştaki ruhun, bebeklerle oynamaya doymamış ellerin, gülün dikeni değse yürekleri acıtacak bedenin kaldıramaz olanları. Ağlarsın yalnız kaldıkça, hıçkırıklara boğulurcasına. Korkunu, hissettiklerini kelimelerle tarif etmek zor. Edemezsin, ettirmezler de zaten. Günler kovalar birbirini, bir evliliği yaşar ölün. Ölü birinden ikinci bir can beklerler. Ama daha küçüksün. Söver, döver, aşağılarlar seni. Bir iki yıl geçer, kocan hapse girer küçüğün rızasıyla gayrı resmi evlilikten. O hapisteyken bi gün bayılıverirsin. Kendi ikinci ölümünün haberini alırsın, hala çocuksundur. Ölü bedeninden beklenen can haberidir. Kucağında çocuk kalakalırsın baba evinde, tabi şanslıysan. Ya da kocanın evinde edebine, namusuna dili çok uzanan bi kayınvalide, kayınpeder ya da görümce vardır. Onlarla kalman gerekir. Çocuk yaşında sahip olduğun evlat ölür, bin bir parça olursun. Yine konuşulmayan, söylenmeyen kalmaz arkandan. Hatta yüzüne de..

Bir gün televizyonda bir haber duyarsın. Eğer gayrı resmi kocan, celladın, resmi nikah kıyarsa sana, tıpkı canına kıydığı gibi bir zamanlar, serbest kalacak. Daha ne kadar ölebilir ki insan deyip celladınla evlenmeyi mi bekleyeceksin? Zaten öldüm nefes almasam da olur diyerek canına mı kıyacaksın?

Yapma küçüğüm kıyma kendine diyemem sana. O adama kıysalar da sana kıymasalar keşke. Ah küçüğüm öyle düğümlendim ki. Ve öylesine ufağım ki, erişemiyorum sana. Beni affetmeni isteyemem. Kimseyi affetme sen. Yetmiş beş milyondan da alacağın olsun. Tüm bu kirli zihniyete döktüğün göz yaşı, çektiğin acı, yuttuğun sözcükler alacağın olsun bizden.

What do you think?

1 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by İrem Demirel

Anadolu Üniversitesi- MATSE

Bir cevap yazın