in

Ölüme Dair

Ölüm hakkında enteresan olan şey hem bir şeylere anlam kazandırması hem de bir şeyleri yok edecek olması. Franz Kafka’nın bir sözü vardır ya hani “ölümün olduğu bu dünyada hiçbir şey ciddi değildir aslında.” diye. İşte o mesele. Ölüm olmasaydı bir şeylerin farkında olmayacaktık belki de. Sabahları uyanmak mesela… ölüm olmasa uyanmanın ne anlamı olurdu ki?

Ya da ters tarafından bakalım. Ölüm yaşamı anlamlı göstermek için ortaya atılmış bir saçmalık mı? Eğer öldükten sonra bize sonsuz bir hayat vaat ediliyorsa, o hayatta bizi ne anlamlandıracak? Belki de gerçek olan ölümdür ve yaşam sadece bir illüzyondan ibarettir.

Her sabah uyanıyoruz ve bir sabah öleceğimiz güne uyanacağız. Bu ne kadar korkunç değil mi tüm sevdiklerimizden ayrılacak olacağımızı bilmek? Belki de bu sadece bana bu kadar korkunç geliyordur. Kendini her an ölüme hazır olarak hissetme düşüncesi beni oldukça geriyor.

Aslında ölümle ilgili ne söylenebilir onu bile bilmiyorum. Bunun üzerine bir yorum getirmek zor bir iş. ölüm dediğimiz zaman aklımda simsiyah bir şey oluşuyor sadece. Tabi dini açıdan yorumlayanlar da olacaktır fakat işin o kısmına girecek kadar bilgi sahibi değilim. Sadece bir insan olarak ölüme karşı duyduğum hisleri dile getiriyorum.

Ölüm sadece bir insanın nefesini bir daha alamaması mıdır? Buna bir şarkı sözünden gireceğim. Kayahan’ın bir şarkısının sözü şu şekilde: “seni versinler ellere beni vursunlar, sana sevdanın yolları bana kurşunlar.” Şarkılarda da müthiş bir felsefe yatıyor aslında. Bundan hareketle baktığımızda ayrılık acısını ölüme yormuş. Ya da boşuna demiyorlar ayrılık ölümden beter diye. Ölüm sadece nefesin alıp verilmesiyle ilgile değil bence. Niceleri vardır sadece nefes alıyorum diyen. Biraz da bu açıdan bakmak lazım. Her nefes alan aslında yaşıyor mu?

İnsanların küçük ölümleri var. Sadece ayrılıkta değil mesele birçok şey. Çok şeye kederleniyoruz, çok şeye ağlıyoruz… bunlar da bir çeşit pes edişten kaynaklı ölümler değil midir? Belki içimizdeki umudun ölümü belki duygularımızın ölümü…

İnternette yetmişli yaşlarında bir erkek görmüştüm, eşi ölmüş. O da eşim yalnız uyuyamazdı deyip her gün onun mezarının başında. Bu adam da ölmemiş midir çoktan?

Veya intihar eden insanlar… onlar çoktan bu dünyadan ayrılmışlardır zaten, geriye eyleme dökmek kalır ve bu kısmı kendileri hallederler.

Bir papatyayla bir insanın ölümü aynı mıdır? Papatya ölünce diğer çiçekler üzülür mü? Ölümü anlamlı kılan bu işte. Arkanda bıraktıkların. Hemen hemen hepimizin döneceği bir ev var, bir bekleyeni var. Tüm mesele o bekleyene beklediğini verebilmek, sevdiklerimize geri dönebilmek. Boşuna uzun yolculuğa çıkanın arkasından su dökülmez ya. Bir kaybetme korkusu vardır o dönüşte. Sanki su dökünce bir şey olmayacakmış gibi çocuk duygulara kapılırız.

Ölürken de ölmeyi öğreneceğiz ve belki de öğrendiğimiz son şey olacak. Peki ondan sonrası? İnsanın aklının düşünemediği, anlayamadığı kısım. Şu an bunları yazarken ölmeyecekmiş gibi yazıyorum. Kendimi zorluyorum ne olabilir diye. Küçükken ölünce uzayda yaşayacağımızı sanırdım mesela şimdi onu bile düşünemiyorum. Sevdiklerime kavuşabilecek miyim veya onlar bana kavuşabilecek mi? Ya sadece onların hayalleriyle yaşayacaksam? Ya da onlar benimle olmayı isteyecekler mi, hala beni sevecekler mi? Küçük küçük evlerimiz mi olacak, yine hayatımdaki herkesi görebilecek miyim? Kaç yaşında olacağız, öldüğümüz yaşta mı?

Bu soruları aklımdan her şeyi silmiş şekilde soruyorum. Bir yere dayandırmadan, bir şeyler beklemeden. Öyle beklentisizce ve öyle korkak.

Cevap almak istemiyorum, bu korkutucu. Hiç bilmediğim yerde, bir anda olacağım.

What do you think?

0 Beğeni
Upvote Downvote
Okur

Written by Simge Ayhan

doğayı koru!

Bir cevap yazın