in

Kendine ait bir oda

Her şey kendine ait bir odada, elleriyle kendini yok ettiğini bir şairin öyküsünde görmesiyle başladı. yeni bir kendine ait bir oda inşa etmek, ait hissetmek, sevmek istedi. Sonrasında ise hepsi başına yıkıldı öyle toydu ki kendini bilmiyordu, aidiyetin aranarak bulunmayacağını bilmiyordu, sevmeyi bilmiyordu. dünyadaki tüm kelimelerin en derinine inip ayrıntılarda hayatı kaybediyordu. kaybetmenin acısını yaşıyordu ve sanki en büyük acının duygulardan olduğunu düşünüyordü. Düşünmekten bedenine sığamadığı da hayli çoktu.

Penceresi denize açılan bir odasının o zalim dünya olduğunu sanardı. Sonrasında sanrılardan sıyrıldı. Yabancıların yaşanmışlıkları kokan bir şehirde uzun bir dönem sessizce dolandı durdu. Kendine ait odanın taşlarını tek tek araştırma yoluna girdi. Dİnledi, gördü, okudu, konuştu bolca konuştu ama yazmadı yazı kalırdı ve artık kalıcılığı da sonsuzluğu da unutmuştu. Bir eli tutup sadece yaşamaya meyletmişti. O elde güven, samimiyet, gerçek ve ağzına kadar dolu şehirde unuttuğu çocukluğu vardı. Başını göğsüne yasladığı yerde o ana kadar zor sandıkları karşısında dik durmak zorundalığını bıraktı. Pek uzun sürmedi, o hep huzuru vuslat eylediği yerden vuruldu. Ömürünü ömür ettiği canın boğazına ilmek geçtiği haberiyle etinden derisi soyulmaya başladı ve ardı kesilmedi. Ölümü duydu, yaşamak zorundalıklarını beli koparcasına sırtında taşıdı, evinin direği üstüne çökecek oldu. Alnına aslolan gerçekler bir bir çarpınca tuttuğu elin sadece bir et parçası olduğunu hissetti. O durakta sarıldığı bedenin güvenini, samimiyetini ve çocukluğunu alıp götürdüğünü anladı.

O her şeyin başladığı sıralarda yaşadığını zannettiği kaybetmenin acısını, hastane kapılarında çığlıklardan öğrendi ve en büyük acısı acil girişinde edindiği çaresizlik oldu. Olanların ardından etini saran yamalı dersini de  kendi tırnaklarıyla soydu. Artık hissetmez olmuştu, bunu kendi yapmadı her şey çok sıradan geliyordu. Öylece ilerliyordu yaşam yolunda ve kazanmaya çalışmıyordu kaybetmekten korktuğu için.

Hiç tanımadığı birine dönüşmüştü. Ama bu onu rahatsız etmiyordu, bunun için çabalamamıştı. Güneş sadece ısıtıyordu, kitaplar sadece anlatmak istediğini anlatıyordu onun okumak istediklerini değil, insanlar gelip gidiyordu gelene sevinmiyor gidene de üzülmüyordu. Zihni dipdiriydi felsefe, siyaset çok açıktı, edebiyat onluk değildi, sanat eski dostuydu ama artık birbirlerini tanımıyorlardı. Bazı bazı sevdiği adamlara gönderemediği mektupları okuyordu nasıl biri olduğunu hatırlamak için. Hatıralar sadece küçük bir tebessümdü, keşkesi kalmamıştı. Onu seven adamlara inanmazdı, her şey gibi geçer derdi.

Aynada zamanında boğazına geçirilen ipin izini görünce soluğu kesilirdi. Yine de onun için hayat tek solukta yürüyebildiği bir hal almıştı, ne güzeldi. Sonrasında bakışları yüzüne bakarken dalıp giden bir çocukta çocukluğunu hatırladı. Soluğu göğsüne sığmadı yüreği daraldı, şaşırdı, korktu, o bakışları yerde bırakarak kaçtı. Geçmiş önüne dökülmeye başladı. Yeni bedenine özünü dengeli bir şekilde yerleştirmesi gerektiğini fark etti. Özünü yitirdikleriyle bir bir yüzleşti. Kendine ait bir odası vardı artık ama içinde nasıl yaşanılırı öğrenmesi gerekti. Sahaftan aldığı Kırım Sahili adındaki tablosu asılacaktı, vazodan çiçek eksik etmeyecekti, o boş çerçeveye fotoğraf asılacaktı..

What do you think?

1 Beğeni
Upvote Downvote
Turuncu Yazar

Written by Melike Karagöz

Bir cevap yazın